Eğitimde Peygamber metodu
Geçtiğimiz eğitim döneminde okul sıralarından bir şiddet haberi daha geldi. Bu defa akranlar değildi birbirine eziyeti reva gören.
Öğretmenleri, 11-12 yaşındaki altı çocuğu acımasızca darp etmişti. Haber eğitimin hal-i pürmelalini ortaya koymaya yetti. Her ne kadar kimileri ‘Eti senin kemiği benim' kabilinden düşüncelerle çocuğunu okula emanet etse de “bu kadarı olmaz” dedirtecek iddialar söz konusuydu. Dişi kırılan, gözü morartılan çocuklar uzun süre öğretmenlerini şikâyet etmeye dahi çekinmişti. Onların anlattıkları Merhamet Peygamberi'nin (aleyhi's salâtü ve's selâm) eğitimciliğinden de ders almadığımızı gözler önüne seriyor.
Her yaş ve algı düzeyinden insana hem İlahi Nur'u hem kardeşliği aşılamak en mukaddes öğretmenlik kuşkusuz. O, vahiy ile müşerref olduğu kırk yaşına kadarki dönemde de yaşadığı topluma rehberlik ediyordu. ‘Emin' ismiyle anılması, hakem hadisesi, müşriklerin mallarını ona emanet etmesi bu görüşün deliliydi. Nübüvvet yıllarına gelindiğinde ise öğretmenlik hakiki anlamına büründü. O'nun “Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim.” beyanı yalnızca Kur'an-ı Kerim ve İslamî; ilimleri akla getirmemeli. Bilakis hayatın bütün yönüyle, değerler eğitimiyle koza gibi saran, enfüsî; duyuşlarla her işe ilim ve hikmetle yaklaşmayı öğreten Kutlu Nebi'ydi (sallallahu aleyhi ve sellem).
Müjdeleyici üslupla motivasyon
Efendiler Efendisi'nin (aleyhi ekmelüttehaya) cahiliye toplumunun içinde ‘ümmi' oluşu lütuftan başka bir şey değil birçok müfessire göre. Tefsir âlimi Seyyid Kutub, ümmiliği kötülüklerden, çevresindeki batıl oluşumlara karşı kalkan olarak görmüştür. Zira vahiy geldiğinde hemen onu hıfzedip hayata geçirmesi berrak, dupduru, günahsız bir zihin ve ruhun derecesi olabilirdi Kutub'a göre. Fethullah Gülen Hocaefendi ise kavramı peygamberlik müessesesinin mühim bir esası olarak izah eder. Allah Resûlü'nün fıtrat-ı asliyesi üzere tertemiz kalması, zihninin, Kur'an hakikatlerinin anlaşılmasını etkileyebilecek hiçbir yabancı unsurla tanışmaması, ümmiliğin rahmetlerinden biriydi. Cahiliye toplumu her türlü harama batmışken, İslam'ın hülasası mücevher gibi Nebiler Nebisi'nin kalbinden insanlığa parıltısını yansıtıyordu. O özü insanlığa anlatmak için bazı yöntemler söz konusuydu elbette.
Hiç bir nesne sebepsiz kendi statik durumunu değiştirip hareket edemez. Haliyle motivasyon olmadan insanın eğitilmesi söz konusu değil. Eğitimci Oğuzhan Aydemir, yalnızca kişinin ya içten gelen ya da çevreden gelen dürtülerle harekete geçebileceği kanaatinde. Bazen bir ödül bazense bir tebessüm daha iyi öğrenmeye sevk edebiliyor. Peygamber Efendimiz'in de (aleyhi's salâtü ve's selâm) ashabına yeni bir hayat tanzim ederken itici güç olarak motivasyona başvurduğunu görebiliyoruz. Nitekim “Ey Peygamber, gerçekten Biz seni bir şahit, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzab Sûresi, 45) buyruğu da Resul-ü Ekrem'in bu yönünü nazara veriyor. O, Kur'an-ı Kerim'i öğretip hayatlara tatbik ederken hem cehennem azabına karşı uyarmış, hem de iyilerin daima galip geleceğini, ahirette ise cennetle ödüllendirileceğini müjdelemişti. Öte yandan her işi Allah rızası için yapmanın da başka bir teşvik olduğu açık. Peygamberimiz'in rahle-i tedrisinden geçenler, işini alışkanlıkla veya mecburiyetten yapanlardan çok daha farklı bir ruh haline bürünür. “Müminleri hazırlayıp teşvik et.” (Nisa Sûresi, 84) ayetinin esas alındığı bir anlayış söz konusu olduğunda kömür kalplerden elmas çıkabildi.
Efendimiz, Kur'an-ı Kerim'i nasıl öğretti?
Her ilimden önce mü'minin kendisini muhatap alan vahyi okuyup anlaması elzem. Bu sebeple Ruhlar Sultanı Efendimiz, ayetlerin nasıl okunduğu, ezberlendiğiyle yakından ilgilenirdi. Suffe Mektebi'nin başmuallimi olan Peygamberimiz, orada toplanan talebelere her şeyden önce Kur'ân-ı Kerî;m öğretiyordu. Ardından yazı, hadis-i şerifler ve çeşitli dinî; bilgiler de ashab-ı suffe'de ders olarak verilirdi. Eğitimi İslamî; hayatın kalbine yerleştiren Nebi, mescitte öğrencilere özel bir yer tahsis etmiş, onların her türlü ihtiyacını karşılamıştı. Suffe'nin hocaları en başta Peygamber olmak üzere Abdullah b. Mesud (ra), Ubey b. Ka‘b (ra), Muaz b. Cebel (ra) ve Ebu'd-Derdâ (ra) gibi ilim sahibi ashaptan oluşuyordu. Merhamet Peygamberi, Kur'an derslerinde, ayetlerin emrine uygun olarak tane tane ve ağır okunmasına dikkat buyuruyordu. Kendisi bizzat ayetleri okuyor, talebeler de talim ediyordu. Böylece telaffuz ve kıraat hataları ortadan kalkıyordu. Ayetler tekrar edilerek hafızada yer etmesi sağlanıyordu. Ümmü Seleme ve Enes b. Malik'in rivayetine göre kendisi de Kur'an'ı tane tane okur, durulacak yerlerde durur, uzatılacak yerleri uzatırdı. Yine Bera b. Azib, O'nun sesinden yudumladığı ayetleri şöyle dile döker: “Resulullah'ı yatsı namazında Tûr Sûresi'ni okurken işittim. O'ndan daha güzel sesli yahut okuyuşu O'ndan daha güzel hiç kimseyi işitmedim.”
İlahiyatçı-yazar Prof. Dr. Hüseyin Algül, Suffe'yi konu alan eserinde Resûl-i Kibriya'nın prensiplerini izah ediyor. Resûl-i Ekrem'in medresesine Allah için nefsini vakfetmiş fedakâr talebelere, disiplin, canlı eğitim, basit anlatım, belagat gibi yöntemler tatbik edilir. Müspet bir disiplin uygulanmış, gençler asla ağır bir dille eleştirilmemiştir. Haset, fesatlık, kibir, ikiyüzlülük... gibi davranışların zararı da aynı saflarda akıllara kazınıyordu. Farz-ı misal, Hazreti Bilal siyahi olduğu için, Ebu Zer (r.a.) tarafından ayıplandığında Peygamberimiz tarafından yumuşak dille uyarılır. Kutlu Nebi, kardeşliği zedeleyen bu tavra rağmen merhametini korur, “Sen, kendisinde cahiliye ahlâkı bulunan bir adam mı olmak istiyorsun?” cümlesiyle iki tarafın kalbini de mutmain eder. Bunun üzerine Hazreti Ebu Zer, Bilal-i Habeşi'den özür dileyerek bağışlamasını ister.
Onlar değerler eğitimini Peygamber'den aldı
Şefkat Peygamberi, öğretmenliğinde maddî; ve manevî; ödüllerle talebelerin ilim aşkını artırıyordu. Bazense onları duasıyla şereflendiriyordu. O'nun terbiye anlayışında yaş sınırı asla söz konusu değildi. Ama her inananın ergenliğe girmeden temel dinî; ve dünyevî; bilgileri öğrenmesi şarttı. Kur'an öğretmek ve Sünnet-i Resûlullah'ı beyân etmek için gönderilmeden önce Suffe ehli, sevme, acıma, değer verme hasletlerini de bizzat Peygamber'den ediniyordu. Bilhassa çocuklara karşı bu duyguların gösterilmesi gerektiğini sıkça beyan buyuruyordu. Bugün ilköğretim çocuklarına nasıl davranılacağına işaret eden hadis-i şerif şöyle: “Rahman (olan Allahü Teâlâ) merhamet edenlere rahmet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de sizlere rahmet etsin.”
Disiplin denildiğinde akla ilk gelen yöntem ne yazık ki ceza oluyor. Hepimizin kara tahta önünde tek ayak üstünde beklemişliği, cetvelle avuçları haşlanmışlığı var. Fakat Efendimiz (aleyhi's salâtü ve's selâm), yakın takip ve temsille disiplini en üst seviyede tutan bir rehberdi. Etrafındaki herkes kendisinden anlayış görüyor ancak her hareketleri de Kur'an'ın ölçüsüyle tartılıyordu. İslam tarihinin ilk yatılı üniversitesi olan Mescid-i Nebevi'de dersleri ihlal etmeye kalkışanlar uyarılıyor. Asla yanlış davranışlara göz yumulmuyordu. Bir gün mescitte dağınık oturulduğunu görünce Efendiler Efendisi, “Ne diye sizi dağınık bir halde görüyorum?” buyurur. Hutbe okurken cemaati neredeyse çiğneyerek ön saflara gelmeye çalışan birine ise hemen müdahale eder, “Otur, gerçekten işkence ettin!” diyerek yumuşakça uyarır.
“Öğretmenim beni tanımıyor”
İletişimin olmazsa olmazı, karşınızdakini tanımak. Bundan olacak ki yüz yüze iletişim kuramları ad öğrenmeyi, hürmet ve nezaketle bir arada zikreder. Öğrencilerin öğretmenlerinin kendilerine ismiyle hitap etmesinden büyük mutluluk duyduğunu 6. sınıf öğrencisi Eda Titiz'in sitemle karışık şu sözleri anlatmaya kâfi: “İngilizce öğretmenimiz adımı öğrensin diye sürekli parmak kaldırıyordum. Ama cevap verirken adımı hiç sormadı.” Minik öğrencinin üzüntüsünün haklılığını veli toplantıları da ortaya koyuyor. Veliler çocuklarının ismini, nerede oturduğunu dahi bilmeyen eğitimcilerden şikâyetçi olabiliyor. Kalabalık sınıflar, sürekli değişen öğretmenler belki sorunun sebeplerinden. Öğrencinin psikolojik gelişimi açısından tanınmak ve saygı duyulmak oldukça önemli Psikolog Betül Kübra Bozkurt'a göre. Ruhsal olarak kendini özel hisseden kişi yeni bilgilere daha açık oluyor. Gönüller Sultanı (sallallahu aleyhi vessellem) karşısındakini tanımaya oldukça önem verirdi. Suffe ehlinin her birinin ayrı ayrı kabiliyetlerini keşfetmiş, seviyelerini belirlemiştir. Herkese kalıp davranışlarla yaklaşmak yerine talebeye göre davranmak da O'nun eğitim metotlarından biriydi. Öğrenciye göre eğitim prensibi olarak tarif edebileceğimiz bir hadis-i şerifte, insanların akıllarının alacağı derecede söz söylemek gerektiğine işaret eder.
Bütün bunların ötesinde Efendiler Efendisi'nin (aleyhi's salâtü ve's selâm) anlattıklarını yaşıyor olması, temsile önem vermesi insan yetiştirmede önemli bir unsur. Kur'an-ı Kerim'in “Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz?” sorusuna muhatap olmak istemeyen her eğitimci, ilmiyle âmil olmakla sorumlu. s.sancar@zaman.com.tr