‘İmparatorluğun Hikâyesi' bu kitapta!
Yahya Kemal'in Fransa'dan hocası da olan Albert Sorel, “Dünyada keşfedilmemiş iki şey var: Coğrafyada kutuplar, tarihte Türkler.” diye konuşur.
Bu tespiti, binlerce yıllık Türk tarihinde aynı zamanda insanlığın son adası Osmanlı'ya pekâlâ raptedip, genişletebiliriz. Çünkü önümüz arkamız, sağımız solumuz Osmanlı gibi gözükse de bu dev buz dağının sadece görünen yüzüyle hemhâliz. Efsanelere bulanmış bir tarih sadece Türk tarihinde görülen bir mübalağa değil şüphesiz. Her devletin kuruluşuna atfedilen mitler, o toplumun belleğidir aynı zamanda. Unutulmaması gereken husus ise muhterem olduğudur. Meramı, İlber Ortaylı'nın cümlelerinden okuyalım: “Ümit ediyorum ki, eski menkıbede modern siyasî;ler tarafından ödünç alınan bir üslup ve tarz olmasın. Yoksa oldukça zor duruma düşeriz. Bunun üzerinde durmak gerekmektedir, ama Osmanlı tarihinin menkıbevî; yanlarının realitede ayakları olduğunu bilmek ve bir imparatorluğun kuruluşu için böyle bir siyasî; formüle gitmenin kaçınılmaz olduğunu hatırlamak gerekir ve zannederim, 15. yüzyıl Osmanlı edebiyat da bir edebiyat ve stil olarak bunu çok güzel yapmıştır. Bunun kendine has bir tadı vardır.”
Yitik Hazine Yayınları'ndan çıkan ve Mehmet Karaarslan'ın hazırladığı ‘İmparatorluğun Hikâyesi', Osmanlı'yı menkıbeler ve kıssalar üzerinden anlatıyor. Kitapta, kuruluş devri padişahlarının yanı sıra hemen bütün hükümdarların hayatlarından anekdotlar yer alıyor. Yazarın dikkat çektiği husus, bütün hikâyeciklerin bir tarihî; esere referans verilmesi.
Sultan Murad'ın veliliği
Sultan Murad, Balkan coğrafyasında bugün halen ismi büyük saygıyla anılan bir kahraman. Yazarın Mehmed Neşrî;'den alıntıladığı hikâyecik ise şöyle yer alıyor kitapta: “Hiçbir kimse onun veliliğinde şüphe duymazdı. Şöyle rivayet ederler ki, bir kez imamına ağlayıp der: ‘Mevlâna! Günahımın çokluğundan mıdır ki, namaza tekbir bağlayınca üç kere Allahu ekber deyip tekbir etmeyince Allah'ın şereflendirdiği ve insanları şereflendiren Kâbe'yi göremiyorum. Sen bir tekbirle ne güzel görürsün.' Gayet salih kişi olduğundan her kişi tekbir alınca kendisi gibi Allah'ın şereflendirdiği Kâbe'yi görür sanır.” Yeri gelmişken hatırlatalım Muhterem Hocaefendi de Gazi Hüdavendigâr ile ilgili, Murat Hüdavendigar Hazretleri tam bir dava adamıydı ve davasına hizmet ederken beklentisizdi; devlet ve servet derdinde değildi. Hep ordusunun başında ve muharebe meydanlarındaydı ama aynı zamanda tekkedeki bir derviş kadar ibadet düşkünüydü.” ifadelerini kullanır.
Nabza göre şerbet verme!
Tarihçiler, 21. Osmanlı padişahı ve 100. İslam halifesi Sultan II. Ahmed'i vatanperver ve merhametli bir hükümdar olarak tanımlar. Tahta çıktığında ilk söylediği sözler şu olur: “Ben saltanata talip değildim. Allah-ü Teâla fazl-ı kereminden bu aciz kuluna nasip eyledi. Bu nimetin şükrünü eda edemem.” Bu ifadeler, onun nasıl manevî; bir mesuliyetle devlet reisliğini kabul ettiğini göstermeye kâfidir. Çalışmada geçen kıssası ise şudur: “Ahmed-i Sani, şeyhülislam tayin ederek huzuruna davet ettiği Çatalcalı Ali Efendi'ye şöyle der: “Karındaşım Sultan Mehmed zamanında devletin hayrını isteyip zühd ve takvanı işittiğimden fetvayı yine size ihsan ettim. Hakkı söylemeden sakınma. Devletin hali malumdur. Vekillerime nabzına göre şerbet vermene razı değilim.”
Padişahların meslekleri neydi?
Başlıktaki suale ‘Tabii ki devlet reisliğiydi.' diye cevap verirseniz, bu, biraz noksan kalır. Yazar da padişahların el sanatlarını sıralamış. Buna göre, Çelebi Mehmet kirişçi, Fatih bahçıvan, II. Bayezid okçu, Yavuz kuyumcu, Kanunî; keza kuyumcu, III. Murad okçu, IV. Murad yaycı, IV. Mehmed düğmeci, III. Osman marangoz, III. Selim ipekli kumaş boyacısı, II. Mahmut hattat vs. Son sözü Mehmet Karaarslan'ın, bakın böyle bir çalışma hazırlamaktan gayesi ne imiş: “Osmanoğulları'nın sadece askerî; ve siyasî; kişilikleriyle onları öne çıkaran tarih anlayışının ne derece hatalı, eksik ve kusurlu olduğu da anlaşılmaktadır. Onları da emelleri, sevinçleri, aşkları, nefretleri ve çektikleri acıları vardı. İşte bu çalışmamız bu hususları birazcık da olsa hatırlatabilmişse ve Osmanoğulları'nın nasıl kişiliklere sahip olduklarını çarpıtmadan anlatabilmişse kendimiz bahtiyar sayacağız.”