Hızır’ın geçtiği yollardan yeşerdi nefesim
ARİF AY
Hızır’ı Beklerken (Muhit Kitap, 2021) Ahmet Edip Başaran’ın, Oyunbozan (2010) ve İzinsiz Gösteri’den (2016) sonra üçüncü şiir kitabı. Şiirleri okumaya başlamadan daha, kitabın adıyla birlikte ayetlerden, menkıbelerden, kıssalardan, efsanelerden mürekkep çağrışımlar zihnime sökün etmeye başladı birden. Hızır, geçmişten günümüze insanımızın belleğinde canlılığını, güncelliğini koruyan, aynı zamanda kültürümüzün önemli ve derinlikli bir motifidir.
“Her gördüğünü Hızır, her geceyi kadir bil.”, “Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.”, “Hızır gibi yetişti.” Sözleri, insanı, içine düştüğü sıkıntılardan kurtaracağına inanılan, “Âb-ı hayat” içip ölümsüzlüğe kavuşan Hızır’ın, İlyas Peygamber’e verilmiş bir lakap olduğu rivayet edilir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa ile olan macerası Kehf Suresi / 59-81’de anlatılır. Yeşillik, yeşerme ve tazelik anlamına gelen Hızır, tek başına değildir; İlyas isimli bir de arkadaşı vardır. Bu iki ismi halk birleştirmiş ve belleğine “Hıdırellez” şeklinde yerleştirmiştir. Mayıs ayının altıncı günü “Hıdırellez Günü” olarak kutlanır.
HIZIR BİR ŞUUR HALİDİR
Aslında Hızır, bir şuur hâlidir. Bizi kendimize getiren ruhî ve zihnî bir sıçrayıştır, bir uyanıştır. Ruhumuzda çakan şimşeğin aklımızı aydınlatmasıdır.
Hızır’ın ölümsüzlüğü çağlar boyu halkın belleğinde yaşamış olmasındandır. Çünkü, Kur’an’a göre her canlı ölümü tadacaktır.
Şairin “Hayat tek kelimelik bir bilet, girmek için kıssalara” dediği gibi, Hızır kıssalarına girersek iş hayli uzar. Başaran, Hızır’ın neden beklendiğini kitapta yer alan şiirlerin hemen hemen hepsinde dile getirirken, özellikle yaşadığımız çağın ölümcül hamlelerle hayatı yok etmeye yönelik hızlı ilerleyişine vurgu yapar:
- Önce köprüleri yıktılar,
- Köklerini plastik saksılara taşırken
- Yarı yolda solup gitti bütün göz çiçekleri
- Toprak her zamanki topraktı
Durum böyle olunca “Merhaba”nın bile muhatabı kalmaz. Merhaba, tıpkı “kayıp adresler” gibi sahipsizdir artık. Şair bu tehlikeli gidişatı yer yer kıyamet imgeleriyle daha bir algılanır hâle getirir:
- Soluk soluğa koşan atlara en çok onlara bakarken
- Dağlar dürülüp katlanırken, kaburgam ağrırken
Bir heba oluşun önüne geçmek için, “Tam yüz yıl unutulmuş bir kucaklaşma ânı” için, içimize taht kurmuş şeytanın tahtını devirmek için, geçmişi, yenilgileri ve zaferleri hatırlamak ve hatırlatmak için beklenir Hızır.
KORKMA GERÇEĞİN ADRESİNİ SORUYORUM
Hızır, bizi gerçeğin adresine götürecek bilinçtir bir bakıma, bizi dalgınlığımızdan alıp, gerçek hayata çıkaracak bir arayış çabasıdır. “Korkma söyle, gerçeğin adresini soruyorum” diyen şair, hayatın sabitlerinin, değişmezlerinin peşindedir.
Kitaba adını veren şiirde, insanın kadim tarihine dair göndermelere yer verilir:
- Kaç kez doğmalı ki ölebilsin insan seni beklerken
- Taşlardan tarih sızıyor, saatlerden, takvimlerden…
“Taşlardan tarih sızıyor” sözü, bana, Sezai Karakoç’un “Hızırla Kırk Saat” şiirindeki şu dizeyi hatırlattı: “Taşlar hâtıra yazılmayacak kadar / Fazla karamış”. Yine “İnsan yürürken bile sığmıyor kendine, tarihe sığsın” dizesi de Mehmet Akif Ersoy’un “Gel seni tarihe gömelim desem, sığmazsın” dizesini çağrıştırdı. Dolaysıyla insan, tarihi yaparken, onu koza gibi örerken, onun içine sıkışıp kalmıyor. Kozadan yeni bir varlık olarak yeni bir tarihe koşuyor.
- Seni doğdum: adını unutanları affetmiyor yaşamak!
Yaşamak, ancak O’nun adını unutmamakla kaimdir. Yoksa, ölüden farkı yoktur insanın. İçimizdeki Hızır’a, omuzumuzdaki meleklere kulak kesilmeliyiz. Evet, Nuri Pakdil’in dediği gibi: “Yaşamak! Bir inanç uğruna yaşamak.”
- Ben geçmişteki gelecek, ben gelecekteki geçmiş
- Ben çok eski bir hatırayım kendime kendimden
Çünkü insan, geçmişi ve geleceği ile bir bütünü oluşturur. Geçmişin hatırası geleceğe bir armağandır. Hatıralar birer mektuptur göğsümüzde taşıdığımız. Her ayet bize gönderilen birer mektup değil mi?
Şehirden köye dağdan ovaya hep aynı kaderle iniyor ayetler
İnsanoğlu tabiatı yok ederken ayetleri de yok etmiyor mu? “Sahillerin ve pet şişelerin ucunda yorgun bir dünya” kimin eseri? Oysa tabiat, bize gönül ve kalp ferahlığı verir her şeyden önce.
İTHAF ŞİİRLER
Günümüzdeki gönül darlığının, bunalımın bir sebebi de tabiattan kopartılışımız değil mi? Bu yüzden de: “Dünya, sayfaları yağmalanmış o yorgun kitap / Kocamış bir ağrıyla oturur yersizlerin böğrüne.”
Ahmet Edip Başaran, şiirleriyle çağı sorgularken, şiirinin beslendiği kaynaklara da gönderme yapmayı ihmal etmez. Geçtiğimiz yıl, genç yaşta vefat eden rahmetli Asım Gültekin’e ithaf ettiği “Siperde Bir Ürperti” adlı şiirinde Sezai Karakoç’u, Nuri Pakdil’i, Rasim Özdenören’i, Cahit Zarifoğlu’nu ve İlhami Çiçek’i anar.
Yine, İngilizlerin yıllarca sömürdüğü Hindistan, Fransızların sömürdüğü Cezayir, şiirinin gündemindedir Başaran’ın: “Bir acıdan dönünce herkes kendi ülkesiyle yüzleşir / Hint fakirlerinden İngiliz terziler diken tarih”.
İngilizler dokuma fabrikalar kurunca, ürettiği kumaşı Hindistan’a satmak için, kendi kumaşını el tezgahlarında dokuyan Hintlilerin ilmik atan parmaklarını keser, dokuma yapamasınlar diye. Keza, Fransızlar, Cezayirli çocukları katleder.
Çağın insanı ürperten, onu dehşete düşüren olumsuzluklarına karşın, insanlıktaki sapmalara karşın, büyük bir umudu taşıyor Başaran şiirleriyle: Yalın, diri ve dirençle “bitmeyen güzel şarkı”sını söylüyor. Çünkü o, “Hızır’ın geçtiği yollardan yeşerdi nefesim” diyor.
Ahmet Edip Başaran, medeniyetimizin değerlerini özümseyen ve bu birikimini şiirin poetik yapısına zara vermeden şiire taşımayı başaran bir şair. Hızır’ın nefesi şiirinin üzerinden eksik olmasın.