Yazdıklarına tutunmak
Ayşegül Genç’in yeni romanı olan Kalbin Arka Odası roman-günce-deneme türleri arasında duruyor. Daha çok da günce ve denemeye kayıyor. Kalbin Arka Odası bildiğimiz türde bir roman değil. Belki onun için durum veya atmosfer romanı denilebilir. Olay yok denecek kadar az. Kahramanlar da öyle.
Bir yazarın günlüklerini okuyoruz Kalbin Arka Odası’nda. Evden çıkmayan bir yazar, romanın ilk ve asıl kahramanı. O, “su kuşum”, “balım”, “kuzum”, “bir tanem”, “çiçeğim” diye sesleniyor muhatabına. Bu seslenmelerden dolayı günceleri önce mektup sanıyoruz. Fakat zaten bu güncelerin mektup özelliği de yok değil. Romanı oluşturan, diğer güncenin yazarı ise, muhatabına “taya” diye sesleniyor. Taya, çocuk bakıcısı, dadı anlamına geliyormuş. Önemli bir nokta, bu iki günce yazarı farklı yüzyıllara ait insanlar. Bu yüzden Kalbin Arka Odası’nın distopyaya kaydığı da söylenebilir. Zaten kitabın roman diyebileceğimiz kısımları, daha çok bu distopya özelliğine sahip sayfalarıdır. Çünkü asıl olaylar burada olur.
GELECEĞE BİRER MEKTUP
Fakat kitabın asıl konusu, bu distopya değildir. Yazar ve onun güncesi ön plandadır. Yazar hayat, insan, okumak, yazmak, filmler, kitaplar üzerine düşünür. Daha doğrusu yazarken düşünür, düşünürken yazar. Onun için yazmak, artık düşünmekten ayrı bir faaliyet değildir. Daha çok da deneyimlerinden çıkardığı dersleri aktarmaya çalışır. Geleceğe yönelik birer mektuptur yani bu günceler. Yine önemli bir nokta, yazdığı tavsiyelerin ilk muhatabı kendisidir. Sonrasında “kuzum” diye seslendiği kişidir. Bu yönüyle de güncelerin, çetin hayat mücadelesi içinde hem yazan hem de okuyan için birer tutamak, dayanak olduğu söylenebilir.
Gelecek yüzyıl veya binyılda yaşayan ve bunları okuyan kişi, bu tavsiyelerden istifade eder. Fakat yaşadığı çağın farkını da anlatır. Mesela onun yaşadığı çağda toprak, ölüleri kabul etmemektedir. Bu yüzden ölüler arka odalarda çürümeye terk edilir. Onlar kokmasınlar diye de her gün üzerlerine gül kokulu parfümler sıkılır. Gül kokusu artık onlar için ölüm ve çürümekte olan ceset anlamına gelir. “Taya” diye seslenen kişinin güncelerinde ölüm konusu ön plana çıkar. Arka odada annesinin çürüyen cesediyle yaşayan birinin farklı bir konudan söz etmesi zordur zaten. İlk günce yazarının sürekli mücadeleden söz etmesi bu yüzden anlamlıdır. “Taya”nın güncelerini okuyarak ölüm, suni gül kokusu ve ceset dolu hayatına devam eder ikinci günce yazarı. Bu, yazar için sanatın anlam ve gayesidir: “Bu dünyadan bir kere geçebilenler, bir kere daha geçebilmek için sanatı keşfettiler…”
Yazının başında belirtiğim gibi, Kalbin Arka Odası deneme-günce-roman türleri arasında duruyor. Kitapta tecrübe, duygu ve düşüncelerin aktarımı önemseniyor. Olay anlatımı, kurgu, tasvirler, diyaloglar bu yüzden geri planda kalıyor.