Benim de kendimden bir sesim kalacak
Engin Elman’ın öykü kitabı Afrika’nın Yapayalnız Lalesi Hece Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Elman’ın öykü, deneme ve sinema yazıları daha önce Türk Dili, Edebiyat Ortamı, Heceöykü, Ay Vakti, Aşkar, Dil ve Edebiyat, Kuyudaki Koro, Yokuş Yola dergilerinde yayımlanmıştı. Elman kitabını ilk eline alma anını, “İnsanın yıllarca emek verdiği eserini derli toplu görmesinin verdiği kıvanç hali, sanırım insani bir duygu olmalı. Artık benim de kendimden bir sesim kalacaktı geriye” cümleleriyle anlatıyor.
İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?
Sanırım 2001 yılıydı. Lise öğrencisiydim. İlk yazdıklarım Erzincan’da yerel bir radyoda okundu. Sonrasında üniversiteye hazırlandığım yıllar Erzurum’da “Eğitim” isimli yerel bir gazete çıkıyordu. “Yağmur” adlı duygulu-içli bir öykü yazmıştım. Matbu halini görünce Nobel’i almış kadar sevindim desem abartmış olmam sanırım. Yazdığım bir metnin yayımlanmaya değer bulunması yazma cesaretimi ve kendime olan güvenimi kamçıladı.
“ÇOK BEKLETTİN MÜBAREK”
Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?
Kitabımın uzun süre bana ulaşmasını bekledim. Yayınevinin kargo gönderimi gecikti. Büyük bir sabırla yollarını gözledim. Türküler dinledim. “Yollarına kar mı yağdı gelmedin nazlı nazlı!” Bir koli kitabı açtığımda elime ilk aldığım kitabın kapağına bakarak: “Çok beklettin mübarek, nerelerdeydin” diye mırıldandım. Sonra kitaplığımdaki yüzlerce kitabın olduğu odanın kilimine serdim kolinin içindeki bütün kitapları. İlk yazdıklarımdan kitabın basımına kadar neredeyse yirmi yıl geçmiş. Uzun yıllara yayılan sabırlı metinler, artık iki kapak arasında matbu haldeydi. İnsanın yıllarca emek verdiği eserini derli toplu görmesinin verdiği kıvanç hali, sanırım insani bir duygu olmalı. Artık benim de kendimden bir sesim kalacaktı geriye. Mutmain bir yürekle kitabımı en sevdiğim kitapların olduğu rafa bıraktım.
Kitabınızı ilk kime imzaladınız?
Bana yazma konusunda cesaret veren, bazı öykülerime ilham olan eşime imzaladım. Sonra sevdiğimiz öyküleri birbirimize sesli bir şekilde okuduk. Satır aralarına sinen tanıklıkları yeniden müşahade ettik. Kendimden taşan seslerin karşımda yankılanması da öyküye dahil…
Okur önce hangi öykünüzü okumalı?
Kitabı okuyan birçok insan farklı öykülerimi beğendi. Örneğin Cihan Aktaş Yere Bakma Durağı’nı, Yıldız Ramazanoğlu “Leyla Gazeli’ni, Necip Tosun Bir Film Karesinin Tasviri’ni, Arif Ay Çocuk ve Allah’ı, Sadık Yalsızuçanlar Masumiyet Karinesi’ni, Mehmet Narlı, Baba ve Afrika’nın Yapayalnız Lalesi” metinlerimi beğendiler. Bu geri dönüşlerin hepsini çok önemsedim. Kitabı okuyanların farklı metinleri tutması ve eserin farklı beğenilere açık olması beni ziyadesiyle mutlu etti. Bana kalırsa okurların gündemi de yakalamaları açısından Bakır Çaydanlık öyküsünden okunmaya başlanabilir. Zarife Nine’nin mülteci kardeşlerimize kalbini sonuna kadar açmasına tanıklık etmelerini isterim. Sonrasında da Leyla Gazeli’ni öneririm.
Gece mi yazarsınız, gündüz mü?
Yazı düşüncesi bir noktadan sonra gece ya da gündüzü çok önemsemiyor. Taşma halini beklerim daha çok. Gündüzleri toplayan, biriktiren öyküsel bellek, geceleri topladıklarıyla yüzleşmeye başlıyor. Gündüz tanıklık ettiğim olay-durum ve olgular, geceleyin kendilerini zihnimde tekrar yaşatıyorlar. Daha çok geceleri cümle âlem uykudayken metinlerim kâğıda dökülür.
Defter mi, bilgisayar mı?
Baskın bir şekilde kalem, kâğıt ve defteri öncelerim. Bilgisayar her an elimizin altında olmuyor. Kurmaca metni önce kâğıt üzerinde hayal etmek ve görmek beni daha çok heyecanlandırıyor. Metnin kâğıtla bütünleşmesi daha sahih bir eylem olarak görünüyor bana. Fakat bazen bilgisayarda yazdığım da oluyor.