10’ların İzleriyle Türkiye (163)
Yurdumuzun güneydoğusundaki yurttaşlarımıza; unvanı bebek katilliğinden tescilli bir mahkûmun mesajları, milletin seçtiği bölge vekilleri aracılığıyla iletilip, bunun ne anlama geldiğini sorgulamayıp, Toplumsal iç barış mutabakatına katkı sağlanıyor diyebiliyorsak eğer,
2014 yılını 'özerklik' yılı ilan eden P.K.K terör örgütünün bu söylemini; onları gerilla diye vasıflandıran kimi siyasilerin bu amaca yönelik söylemlerini, gerçekleştirdikleri eylemlerinin üniter yapımıza yönelik tehditlerini görmüyorsak eğer,
Silahlı Kuvvetlerimizin 26'ncı Genel Kurmay Başkanı, bilinen davalar sonucunda 26 ay boyunca özgürlüğü elinden alınarak hapsedilmiş, bir gece hiç bir şey yokmuşçasına salıverilmişse;
Aynı davalar sonucunda bu ülkeye şanla, şerefle hizmet etmiş 325 komutan, yüreği vatan sevdası ile dopdolu onca insan, hala adaletin o şaşmaz sesini arıyor, cezaevlerinden yükselen 'gerçek hukuka' davet çığlıkları duyulmuyorsa/duyamıyorsak eğer,
Milletin seçtiği vekil/vekili hala ceza evinde yatıyor; onun olması gereken yerde görevli diğer vekiller, milletin meclisi, neden hala ses vermiyor diyemiyorsak eğer,
Kimilerinin ortalıklara serilmiş görüntüleri ile tescilli, milyonlarca dolar ve avroların ayakkabı kutularında neden saklandığını, evlerinde bulunan para sayma makinelerinin ne anlama geldiğini görmezden gelip; hala birilerinin en büyük hırsızlık, 'milli irade hırsızlığıdır' söylemine itibar ediyorsak eğer,
Bilinen davalar sonucunda yıllardır hapis yatan, sonra bir gece uzun tutukluluk süreleri 5 yılı aştı denerek salıverilen; bu ülkeye kendi alanlarında çok önemli katkıları olmuş bilim insanlarıyla, gazetecilerle, siyasetçilerle, komutanlarla, yazarlarla birlikte,
İşledikleri cinayetleri sabit kişilerde aynı haktan faydalanarak, cezaevinden çıkabiliyorsa ve demokratik bir ülkede böylesine çoklu bir hukuk sistemi olur mu diye düşünmüyorsak eğer,
Bizleri ümmet olmaktan çıkararak; bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarak taçlandıran, Atatürk ve dava arkadaşlarının; ülkemizin aydınlık geleceğine ışık tutan, hala pırıl, pırıl parlayan ilke ve devrimlerini görmezden gelerek; bağnazlığın ve din bezirgânlarının temsilcilerinin sesine kulak veriyorsak eğer,
Özellikle son dönemde, güzel ülkemizin can insanlarını onlar, bizler, inanlar, inanmayanlar, dindar ve kindar gençlik tanımlamalarıyla farklılaştıran söylemlere; giderek gerginleşen/gerginleştirilen toplumumuzun, böylesi bir tabloyu hak edip, etmediğine bakmıyorsak eğer,
Ülkemizin mevcut ahvalini; miting meydanlarında esip, gürleyen siyasilerin söylemleriyle, eylemlerini kıyasladığımızda:
Beynimiz, yüreğimiz ve ruhumuz neyin nasıl olduğunu/olabildiğini/olacağını/olamayacağını sorguluyorsa ve hala ne olduğu konusunda kararsız isen eğer!
Tüm bu eğerlerin, aklın alamayacağı sorumsuzlukların, yanıt bulabileceği bir tek yer kalmıştır.
O da; Nefsimiz değil, vicdanımızdır. Nefis, yalanların ve yalancıların; vicdan ise gerçeklerin ve doğruların sesidir.
Unutmayalım ki, yıllardan beri kardeşçe, huzur içinde bir ve beraber yaşadığımız bu ülke bizimdir, hepimizin.
Aslında kitabımın son bölümünde özetlemeye çalıştığım ülkemizde yaşanan On'arlı yılların bıraktığı izler; hepimizi çok yakından etkilediği gibi geleceğimizle ilgili derin endişelere de yol açmıştır.
Yaşam standartlarımızı azaltan, ya da çoğaltan ekonomik değişimler başta olmak üzere; Kişisel hak ve özgürlüklerimiz adına yapıldığı söylenen pek çok değişikliklerin, paket, paket sunulan kimi açılımların, giderek hukuk zeminin dışına kayan pek çok olayda; hukukun adalet terazisinde arandığı, ülkemizin yüzünü kimi zaman batıya, kimi zamansa doğuya döndüren çok önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Gerçek olan şudur ki! Türkiye; kendisini bu yeni milenyumlu yıllarda büyük bir değişimin içerinde bulmuştur. Özellikle 1980 Askeri müdahalesinden sonra 'Büyük Türkiye İdeali' sloganı ile ülke yönetimini devralan siyasi liderlerimiz ve kadroları; bu döneme kadar devleti ön plana çıkaran politik tercihleri yetersiz kalmış. Zamanı ve dünyanın gelişen teknolojisini yakalayamamıştır.
60'lı, 70'li, 80'li ve 90'lı yıllarda ülkemizin yaşamış olduğu buhranlar; devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ifade etmiş olduğu gibi geleceğin Türkiye'sinin, batılı ülkeler düzeyinde inşa edilmesi ana fikrine set çekmiş; çok olumsuz bir şekilde etkilemiştir.