Suikast, savaş, kaos: Quo vadis dünya?
Dr. Ufuk Necat Taşçı / Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi
Dünyanın Rusya-Ukrayna Savaşı'yla gittikçe hareketlenen gündemi; İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımı, üçüncü dünya savaşı tartışmaları ve son olarak ABD başkanlık seçimi süreci derken, bambaşka bir hal almış durumda. İki hafta önce yine Yeni Şafak Gazetesi, Düşünce Günlüğü sayfası için kaleme aldığım ‘Herkesin herkese karşı savaşı’ başlıklı yazımı müteakip ortaya çıkan gelişmeler, bu yazının başlığında yer alan ‘Quo vadis dünya’, yani ‘Nereye gidiyorsun dünya’ sorusunun temelini teşkil ediyor.
ABD Başkan Adayı Donald Trump’a yönelik başarısız suikast girişimi, akabinde Trump’ın zaferini daha da netleştiren bu gelişme ve daha fazlası, beni bu sorulara gark ediyor. Dünyanın gittiği yeri görmek adına ise, gezegenin farklı köşelerinde yaşanan ve münferit gibi gözüken bazı gelişmelerin, aynı yapbozun parçaları olduğu idrakine varmamız gerekiyor. Çünkü birbirinden münezzeh görünen karmaşık parçalar arasındaki ilişkiyi çözmek, bu yazının başlığına ilham olan soruyu yanıtlamaya namzet.
PATOLOJİK KÜRESEL GERGİNLİK
Son bir-iki hafta içerisinde Trump’a yönelik suikast girişimine, Trump’ın başkan yardımcısı olarak James David Vance’i aday göstermesine, Gazze’deki ateşkes görüşmelerinde Mısır’ın İsrail tarafının isteksizliğini açıklamasına, İsrail parlamentosunda iki devletli çözümün reddedildiğini bildiren kanun tasarısının onaylanmasına, İsrail-Lübnan sınırındaki tansiyona, Almanya’nın 2025 itibarıyla Ukrayna’ya yollayacağı yardımları azaltacağına dair açıklamalarına, Husiler ve İsrail arasındaki gerilimin tırmanışına ve Biden’ın yarıştan çekilmesine, Kamala Harris’in isminin öne çıkmasına şahit olduk.
Suikast girişiminden bir-iki hafta evvel ise Trump’ın NATO’ya dair yorumları, Çin, Rusya ve Kuzey Kore’ye yönelik ılımlı mesajları söz konusuydu. Son olarak ise Netanyahu rejiminin Trump seçimleri kazanana kadar siyasi ömrünü bir şekilde devam ettirmeye çalıştığına dair haberler medyada dolanmaya başladı. Yazarken dahi böylesine karmaşık görünen bir gündemin, yaşanırken tam olarak anlaşılabilmesi de elbette çok zor. Patolojik bir küresel gerginlik var ve bunun toplumlara da bir cinnet hali olarak sirayet etmeye başladığını görmek zor olmayan tek husus belki de. Bahse konu gelişmeler ışığında, birkaç sahada neler beklenebileceğine değinmek, kendimle beraber kıymetli okuyucuların da zihninde en azından bu hususlarda ne bekleyebileceğimizi tartışmak istiyorum.
BATI, UKRAYNA’YI YARI YOLDA BIRAKABİLİR
Harris’in Biden’a göre daha iddialı bir aday telakki edildiği bilinen bir gerçek. Yine de Trump’ın şu an için önde olduğunu herkes biliyor. Trump’ın seçilmesinin etkilerinin en kuvvetli şekilde hissedilmesi beklenen cephelerin başında Ukrayna geliyor. Trump’ın Rusya, Çin ve Kuzey Kore’ye yönelik ılımlı açıklamaları, Zelenski’ye karşı güvensizliği, Avrupa’da uzun yıllardır Rusya tarafından fonlandığı bilinen aşırı sağ partilerin de yükselmesiyle birleştiğinde, Ukrayna’nın Rusya karşısında tavizler vererek bir anlaşma imzalaması muhtemel gözüküyor. Zelenskiy’nin de bu gerçekliğe kendisini hazırladığını, yapılacak olan barış görüşmelerinde Rus temsilcilerin olmasını talep etmesinden görebiliyoruz.
Rus medyasında geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve İngiltere, Almanya, Fransa ve Polonya’yı nükleer füze menzilinin radarında gösteren tablo, Trump’ın Rusya konusundaki tutum farklılığı ile birleştiğinde, Avrupa’nın da Ukrayna’yı eskisi kadar destekleyebilmesi mümkün gözükmüyor. Nitekim Almanya’nın Ukrayna’ya yönelik maddi yardımları 2025 itibarıyla yarı yarıya düşürecek olması bunu kanıtlar nitelikte. İngiltere’nin yeni başbakanı Keir Starmer her ne kadar Ukrayna’yı sonuna kadar destekleyeceklerini ısrarla dile getirse de, askeri ve ABD kaynaklı siyasi gelişmeler göz önüne alındığında bu çok da mümkün değil. Batı, Ukrayna’yı, tıpkı daha evvel pek çok örneği olduğu gibi, yarı yolda bırakmak durumunda kalabilir. Veya arka planda Zelenskiy’e baskı yaparak Rusya’ya karşı tavizler konusunda eskisi kadar sağlam bir duruş sergileyemeyebilir. Carl Schmitt siyasi ekolüne ve fikirlerine hayranlık duyan ABD’nin başkan yardımcısı adayı Vance ve Trump’ın perspektifi, bunu bir gerçeklik olarak Avrupa’ya hazmettirecek gibi duruyor.
NETANYAHU DÖRT GÖZLE TRUMP’I BEKLİYOR
Ne ABD seçimlerinin artık netleşmeye başlayan sonuçları, ne Avrupa’daki siyasi gelişmeler, ne de İngiltere’de İşçi Partisi iktidarının, sadrımıza şifa bir sonuç çıkarmayacağını bildiğimiz tek cephe ise Gazze. Çünkü Ukrayna cephesinde, siyasi gelişmeler doğrultusunda rasyonaliteyi öne çıkaran husus, Batı nezdinde Müslümanlar ve Gazze için sadece aynı statükonun başka yüzünden öteye geçmiyor. Starmer’ın Rishi Sunak’tan daha az siyonist olmadığı gerçeği aslında çok şey anlatıyor. Aynı şekilde Biden sonrasında Trump ve müstakbel yardımcısı Vance’in de ne denli İsrail yanlısı olduğu ortada. Bunun farkında olan İsrail rejiminin başbakanı Netanyahu’nun ise siyasi kariyeri uğruna bu süreçte ayakta kalmaya çalışması, belki de Trump döneminin, Biden’ı dahi aratabileceği gerçeğiyle bizi yüzleştiriyor. Bunu, henüz ABD tarafı Netanyahu ile alakalı olarak kamuoyunda ifade etmeden aylar önce dile getirmiş birisi olarak, hüzünle ifade ediyorum.
KÖRFEZ'DEN YÜKSELEN İHTİRAS DALGASI
Bahsettiğim bu senaryo ortasında, Körfez ülkeleri, diplomatik tutarlılığı ve güvenirliği çok defa kanıtlanmış Müslüman bir aktör Türkiye yerine ABD ve Batı ile hareket etmenin peşinde. Kabul edelim, hatta bunun ötesinde yüzleşelim. Çünkü Birleşik Arap Emirlikleri’nin şu an Gazze’de savaş sonrası için Batı ile beraber, bir uluslararası güvenlik gücü fikrini palazlandırdığını biliyoruz. Kendilerinin açıklaması da bu yönde. Aynı şekilde, Suudi Arabistan, ABD ile son noktayı koymayı dört gözle beklediği ‘güvenlik’ anlaşmasının nihayete ermesiyle İsrail’i tanımaya hazır. Öyle tahmin ediyorum ki Gazze’nin böylesi bir süreçte Mısır’a devredilmesi ve uluslararası bir güvenlik mekanizması tarafından denetlenmesi tezi ortaya atılacak.
İsrail bombaları ile sivil altyapısı da insanları ile beraber kırıma uğratılan Gazze’de, moloz temizliği ve yeniden inşa süreci BM’ye göre on beş sene sürecek. Bu da Körfez’in ve sözde Müslüman ülkelerin eliyle Gazze’ye, Filistin’e yabancı postalların basmasının uzun bir süreliğine mümkün kılınacağı anlamına geliyor. Gayriresmi rakamlara göre 200 bin şehidin verildiği, sivillerin katledildiği Gazze’yi, Körfez'den gelen ihanet dalgasıyla teslim etmenin zemini döşeniyor.
Sonrası mı?
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki yakalama kararı sürecine, Netanyahu ve Gallant ile beraber Hamas yetkililerini de dahil ederek Hamas’ı ve Gazzelilerin iradesini Filistin’den silmek isteyen aklı takip etmek gerek. Biraz irdeleyince ise manzara korkunç. Filistin’de, içerisinde Filistinlilerin iradesi olmayan bir yönetim inşası, İsrail’e ve Batı’ya hizmet edecek bir statüko. Hatta belki de Gazze’nin Mısır’a devredilmesi.. Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen, bu senaryoyu göre göre, bu statükoyu inşa etmek isteyen Müslüman ülkeler umarım bu hatadan derhal dönerler.