Kırılmadık Ne Kaldı? - 21
1 HES için
500 bin ağaç kesilecek,
516 proje daha yolda!
Türkiye’de 2000’e yakın HES projesi bulunuyor. Yani hemen tüm karasularımız özel sektöre 49 yıllığına satılmış durumda. Karadeniz Bölgesinde işletilen, inşaat halinde olan lisans süreci tamamlanan 236 HES’in yanında Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreci tamamlanan 290 HES projesi bulunuyor.
Buna göre, Karadeniz’deki mevcut HES’ler ve gündemde olan projelerle HES’lerin toplam sayısı 526. HES projeleri sadece suyu doğadan çekip almakla kalmıyor, orman katliamını da beraberinde getiriyor.
İyimser bir rakamla 4 metrekareye bir ağaç düşmesi üzerinden hesapla bir tek HES projesi için yaklaşık 500 bin ağacın kesileceği tahmin ediliyor…’’
Ülkemizin doğal kaynaklarının, son dönemde neler yaşadığının / yaşatıldığının anlatıldığı, kitabımın yukarıdaki bölümünde özetlediğim çeşitli görüşlerden, yorumlardan sonra bana göre; şöyle bir tablo çıkıyordu karşımıza:
Doğanın yaşam yüzüne/özüne dokunan insan eli, istediği kadar teknolojik desteği arkasına alsın; doğayı kendi menfaatleri için yeniden şekillendirsin, isterse yeniden mağaralar inşa etsin, isterse mağaralara yeni şekiller versin!
Hiçbir zaman doğaya, doğanın gerçek yüzüne ulaşamamış, doğallığını verememiştir…
Doğaya hayat veren, renk katan doğa canlıları; yaşamlarını insanoğlunun inşa ettiği mağaralarda değil, kendisinin tercih edeceği /ettiği doğal ortamlarda sürdüreceklerdir.
Hiçbir neden onların bu tercihlerinin önüne geçemedi/geçemeyecektir. Ta ki, onlar; biz insanlar tarafından acımasızca yok edilene kadar!
Unutulmasın ki, bu gezegenin sahibi yalnız biz insanlar değiliz!
Düşünün bakalım! Doğa ve doğaya can katan, güzellik veren doğa canlıları olmasaydı; yaşadığımız dünyanın görüntüsü nasıl olurdu?
Doğal güzellikleri renklendiren çiçeklerin, soluduğumuz havayı temizleyen, insanlığa sayısız yararı olan ormanlarımızın, şırıl, şırıl akan nehirlerimizin, o nehirlerde yaşayan balıkların, ana karaları çevreleyen denizlerin, denizlerde barınan onca balık türünün ve diğer deniz canlılarının bir an da yok olduğunu/yok edildiğini bir düşünün bakalım!
Bu dünya neye benzerdi?
Ya sokaklarımızın, evlerimizin süsü can dostlarımız; kedilerin, köpeklerin yok olduğu, rengârenk kelebeklerin, vızıltılarıyla çiçek, çiçek dolaşarak bal mucizesini yaratan arıların, baharın müjdecisi uç, uç böceklerinin, şen şakrak sesleriyle cıvıldaşan kuşların olmadığı bir doğayı düşleyin!
Neyi hissedersiniz, neyi seyredip, neyi hayal edersiniz?
Anadolu’muzun, köy yerlerimizin, köylülerimizin can yoldaşı koyunların, kuzuların, ineklerin, atların, horozların, tavukların, kazların, ördeklerin olmadığı bir dünya nasıl olurdu?
Tüm bu güzelliklerin olmadığı bir dünya; yaşanacak bir gezegen olur muydu sizce?
Ama gelin görün ki, gelişmekte olan ekonomimizin, sanayi tesislerinin, yapılaşmanın etkisiyle ülkemizin doğallığı, doğa canlıları giderek kaybolmakta; insan eliyle yapılan pek çok acımasızlıklarla adeta yok edilmektedir…
Bu çevre katliamına; insanlarımızın duyarsızlığını, hoşgörüsüzlüğünü, sevginin ve saygının giderek kaybolduğu bir ortamı da ekleyecek olursak bu süreç, insani duygularımızın maddi ve mekanik yapıya odaklı vahşi kapitalizm içerisinde eriyen bir yaşam biçimini de beraberinde getirmeye başlamıştı…
Ardımızda kalan yarım asırdan fazla bir süreci İstanbul’da yaşayan ben ve benim kuşağım; hoyratça yok edilen çevre güzelliklerini her geçen gün biraz daha fazla hissediyorduk.
Devamı yarın...