İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
İstanbul Sözleşmesi... Yaşatır, diyoruz. Ama duyan var mı? Gerçekten bizi anlayan biri var mı? İstanbul Sözleşmesi, yaşamak demek! Özgürce nefes almak demek! Hayatımıza sahip çıkmak, korkusuzca yürüyebilmek demek! Ama biz neden bu kadar yalnızız? Neden sözleşmeden vazgeçildi? Bize, hayatlarımıza, haklarımıza neden sırt çevrildi? Biz sadece yaşamak istiyoruz! Yaşamak!
İstanbul Sözleşmesi... Yaşatır! Evet, yaşatır! Çünkü o sözleşme, bizi koruyan kalkanımızdı! Bizi savunan sesimizdi! Adalet isteyen kadınların güvencesiydi! Şimdi soruyorum: Neden korumuyorsunuz bizi? Neden bu sözleşmeyi yok sayıyorsunuz? Kadınlar ölüyor. Daha kaç kadın ölecek? Daha kaç çocuk yaşamdan koparılacak? Sözleşme yaşatır, evet! Çünkü o, biziz! O, bizim sesimiz!
İstanbul Sözleşmesi, resmi adıyla "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi",kadınları ve aile içi şiddet mağdurlarını korumayı amaçlayan uluslararası bir insan hakları sözleşmesidir. 2011 yılında İstanbul'da imzaya açılmıştır ve Avrupa Konseyi tarafından kabul edilmiştir.
Sözleşmenin amacı dört temel üzerine inşa edilmiştir:
Şiddeti Önleme; Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin tüm biçimlerini önlemek için önlemler almak, toplumsal cinsiyet eşitliği bilincini yaymak, farkındalık kampanyaları düzenlemek ve eğitim sistemine şiddet karşıtı programlar yerleştirmek.
Mağdurları Koruma; Şiddet mağdurlarına güvenli ve hızlı koruma sağlamak, sığınma evleri açmak, destek hatları kurmak ve mağdurlara hukuki ve psikolojik destek sunmak. Aynı zamanda, mağdurların şikayet ettiklerinde korunması ve tekrar şiddete maruz kalmamaları için yasal önlemler almak.
Suçluların Cezalandırılması; Şiddet uygulayan kişilerin adalet önüne çıkarılmasını ve bu kişilere caydırıcı cezalar verilmesini sağlamak. Şiddet uygulayanların rehabilitasyonuna yönelik programlar geliştirilmesi de sözleşmenin bir parçasıdır.
Kapsamlı Politikalar Geliştirme; Hükümetlerin kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetle ilgili kapsamlı, bütüncül politikalar geliştirmelerini teşvik etmek, bu politikaların izlenmesini ve uygulanmasını sağlamak. İstanbul Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet temelli şiddeti açıkça insan hakları ihlali olarak tanımlar ve kadına yönelik şiddetin hiçbir gerekçeyle mazur görülemeyeceğini belirtir. Ayrıca, sadece kadınları değil, şiddete maruz kalan herkesi (çocuklar, yaşlılar gibi) koruma altına almayı hedefler.
Sözleşme, hükümetlerin bu alanlarda yasaları etkin bir şekilde uygulamasını, önleyici tedbirler almasını ve mağdurların güvenliğini sağlamak için somut adımlar atmasını zorunlu kılar.
Kadınlar öldürülüyor. Her gün biraz daha azalıyoruz. Analar, kız kardeşler, sevgililer... Hepsi birer isimden ibaret mi kalacak? Hayır! İstanbul Sözleşmesi yaşatır, çünkü o sözleşme, yaşama hakkımızdır! Yaşama hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz! Biz, onları savunacağız, sesleri olacağız.
Zeynep, Ceren, Emine, Pınar, Kübra, Narin Sıla, Münevver, İkbal... Adlarınız unutulmayacak! Hayatınızı savunacağız! İstanbul Sözleşmesi’ni savunacağız! Çünkü o bizim güvencemiz, bizim yaşama hakkımız. Kimse bunu elimizden alamaz!
İstanbul Sözleşmesi yaşatır! Bunu duymak zorundasınız! Biz buradayız! Kadınlar buradalar! Biz hayatı savunuyoruz! Ve bir gün… bir gün bu karanlık sona erecek! Çünkü biz yaşamayı hak ediyoruz! Ve bu hakka sahip çıkacağız!
KADIN HİKAYELERİ
Biz tiyatro grubu olarak neden "Kadınların hikayeleri"ni sahneliyoruz ve neler anlatıyoruz biliyor musunuz? Her satırında hüzünle mutluluğun iç içe geçtiği, aşkın ve bağlılığın izlerini taşıyan, hayatın her anında güçlü kalmayı başaran kadınların öyküsü. Bu oyun, farklı coğrafyalardan, farklı hayatlardan kadınların yaşadığı derin acıları, sonsuz sevgiyi ve her şeye rağmen var olma mücadelesini anlatıyor. Her hikaye bir kalbin kırılma noktasından, o kalbin yeniden nasıl sevgiyle dolduğunu gösteriyor. Kadınlar, ne olursa olsun vazgeçmeyen, sevdikleri için her zaman savaşmaya devam eden kahramanlar.
Neden kadın hikayeleri? Çünkü kadın, hem bir sevgi deryasıdır hem de kayıpların, hayal kırıklıklarının göğsündeki en derin yaralarıdır. Bir anne olarak evladını kucaklarken, sevdiği adamı uğurlarken ya da hayatının bir döneminde kalbinde taşıdığı aşkı yeniden inşa ederken; kadın, hep yeniden başlar. Gücünü yüreğindeki sevgiden alır. O kadar güçlüdür ki en karanlık gecede bile ailesine ışık olur, sevgisiyle dünyaları dönüştürür.
Bu oyunda, kadının ruhuna dokunuyoruz. Onun hüzünle yoğrulmuş geçmişine, her şeye rağmen güldüğü anlara, bir annenin evladını sararken hissettiği koşulsuz sevgiye, bir kadının aşık olduğunda tüm kalbiyle teslim oluşuna tanıklık ediyoruz. Kadın, bazen acıyla yoğrulsa da her zaman yeniden doğmayı bilir. Her yaşadığı zorluk, onun gücünü biraz daha artırır; her yaşadığı sevgi, onu biraz daha büyütür.
"Kadın Hikayeleri," bir kadının ruhunun en derinlerine, onun yaralarına, zaferlerine ve kalbindeki sonsuz sevgiye açılan bir yolculuk. Bu oyun, bir kadının sadece kendisi için değil, sevdikleri için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Annelik, aşk, aile... Her şey kadının kalbinde, ruhunda bir arada. Kimi zaman gözyaşlarıyla sulanan, kimi zaman bir gülümsemeyle büyüyen bir hikaye bu.
Bu hikayeler, her birimizde izler bırakan duyguların, anıların, umutların parçaları. Dinleyin, hissedin ve hatırlayın: Kadının gücü, sevgisi ve mücadelesi var oldukça dünya hep biraz daha güzel olacak. Çünkü kadınlar, sevdiklerini koruyan, aşkı büyüten, her defasında yeniden ayağa kalkan güçlü yüreklerdir.
Evet 5 Kasım itibarıyla yeni hikayelerimizle sezonumuzu açıyorum. Sizlerden gelecek yeni mektupları bekliyoruz. Hadi gelin hep beraber "kadın kadının yurdudur" diyelim.Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilir, programımızı öğrenebilirsiniz.
DÜNYA RUH SAĞLIĞI GÜNÜ
Bu hafta dünya ruh sağlığı gününü kutladık. Hayatımızın içinde en çok hatırlamamız gereken gün. Hadi gelin beraber bu günü özelleştirelim, kendimize daimi bir gün yapalım. Gel başkayalım. Bugün kendine bir iyilik yap ve ruhuna sarıl. Çünkü sen, tüm zorluklarına rağmen ayakta kalmayı başaran, sevgi dolu ve güçlü bir insansın. Kendine nazik ol; Hataların seni değil, yolculuğunu tanımlar. Kendi yüreğine şefkat göster.
Duygularını serbest bırak; İçinde tuttuğun her duygu seni büyütür. Hisset, ağla, gül… Çünkü duyguların senin özgürlüğündür.
Farkında ol; Hayat, şimdi yaşadığın anlarda saklı. Nefes al, dur ve kalbinin sesini dinle.
Sevdiklerinle yakın ol; Bir dokunuş, bir bakış, bir kelime ruhunu iyileştirir. Paylaş, sev ve bağlarını güçlendir.
Doğaya dön; Doğa, senin içindeki dinginliğe açılan kapıdır. O sessizliği ruhuna davet et.
Şükret;Küçük mutluluklar, büyük mucizelerin habercisidir. Şükret, kalbin büyüsün. Unutma, senin ışığın içinden gelir. Ruhuna iyi bak, o ışık dünyayı aydınlatsın. Ruhun her zaman ışıldasın.
GECE YARISI KÜTÜPHANESİ
Bu hafta okuduğum çok keyifli bir kitap. 42 dile çevrilmiş, uluslararası çok satan
2020 Goodreads yılın en iyi romanı seçilmiş. Kitap, yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide duran Nora Seed’in hayatını ve yaptığı seçimlerin sonuçlarını keşfetme hikayesini anlatır. Kitapta, Nora kendini sonsuz sayıda hayatın kayıtlı olduğu bir kütüphanede bulur. Her kitap, farklı bir seçim yapmış olsaydı yaşayabileceği bir hayatı temsil eder. Bu kavram, insanın hayatta verdiği kararların ne kadar önemli olduğunu ve farklı seçimlerin yaşamı nasıl şekillendirdiğini sorgulatan bir felsefeye dayanır. Nora Seed berbat halde. Kedisi öldü. İşinden kovuldu. Abisi onunla konuşmuyor. Kimsenin ona ihtiyacı yok. Art arda alınmış kötü kararların sonucunda bir kütüphanede buluyor kendini. Zamanın hiç akmadığı bir gece yarısı kütüphanesinde, sonsuz sayıda kitabın ortasında... Kitapların her birinde Nora’nın farklı bir hayatı yazılı. Başka kararlar verseydi yaşamış olabileceği hayatlar.
Farklı kariyerler, farklı eşler, farklı arkadaşlar, farklı şehirler arasında gidip gelen Nora’nın aklı sorularla doluyor. Mutluluk sadece önemli sandığımız seçimlerde mi gizli? Yanlış giden her detayın sorumlusu gerçekten biz miyiz? Hayatı yaşanılır kılan ne? Yanlış bir karar insanın tüm hayatına mal olabilir mi?
İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden Matt Haig; Nora’nın pişmanlıklara, ihtimallere ve yeniden seçme imkânına dair çıktığı bu yolculukta, ona eşlik edecek okurlara sürükleyici ve insanın en temel sorunlarını konu alan bir kurgu sunuyor.
“Değişmesini istediğimiz bir dünyada hep birlikte sıkışıp kalmışken, tam zamanında yazılmış bir modern çağ masalı, günümüzün Şahane Hayat’ı.” Keyifli okumalar dilerim.
YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDAKİ KÜTÜPHANE
"Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane" metaforu, sadece Matt Haig'in romanında değil, aynı zamanda felsefi düşünceler içinde de yer bulabilecek bir kavram. Bu kütüphane, varoluşun sayısız ihtimalini, her bir seçimin farklı bir yaşam yolu açtığını simgeliyor. Fikir, insanın yaşamında yaptığı seçimlerin ne denli önemli olduğunu ve her seçimin bir diğerini kapattığını ortaya koyuyor. Düşün ki hayatında, her küçük karar, bir kelebek etkisi gibi seni tamamen farklı bir yola sürükleyebilir. Seçtiğin bir meslek, tanıştığın bir kişi, gittiğin bir yer… Tüm bu seçimler, hayatımızın örgüsünü belirler. Bu kütüphanede her raf, bu seçimlerin açtığı yolları ve onların sonucunda şekillenmiş alternatif hayatları barındırır. Aslında bu, insanın “Ya farklı bir seçim yapsaydım?” sorusuna duyduğu özlemi ve merakı besleyen bir düşünce.
Bu kütüphanede her kitap, farklı bir hayatı yaşama şansını temsil eder. Kimi zaman hayal kırıklıkları, kaçırılmış fırsatlar, hatalar ya da pişmanlıklarla dolu hayatlar olabilir. Ancak diğer taraftan, daha mutlu, huzurlu ya da tatmin edici yaşamlar da olabilir. Her kitap, geçmişte verdiğimiz, vermediğimiz kararların getirdiği olasılıkları gözler önüne serer. Felsefi olarak bu düşünce, varoluşun sonsuz ihtimaller taşıdığı fikri üzerine kuruludur. Hayatımızdaki her seçim, bize bir yol sunar, ama diğer yolları kapatır. Bu da yaşamın belirsizliği ve kontrol edemediğimiz yönleriyle ilgili bir yüzleşme sağlar. İnsanlar genelde geçmişte verdikleri kararları sorgular ve bazen “keşke”lerle dolu bir düşünce sürecine girerler. Bu kütüphane, bize bir nevi bu sorgulamanın somutlaşmış hali gibi gelir. Psikolojik açıdan baktığımızda ise bu kavram, pişmanlıklar ve seçimler üzerine düşünmeye iter. Pişmanlık, insanın sıklıkla deneyimlediği bir duygudur. Ancak bu kütüphanede yaşanabilecek alternatif yaşamları görmek, insanın kendisiyle yüzleşmesine, belki de yaptığı seçimlerin arkasında durmasına ya da huzur bulmasına yardımcı olabilir. Çünkü alternatif yaşamlar ne kadar cazip görünse de, hiçbir hayatın kusursuz olmadığını ve her yolun kendine özgü zorluklar barındırdığını fark edebiliriz. Ayrıca bu düşünce, yaşamın kontrol edilebilirliği üzerine bir soruyu da beraberinde getirir. Ne kadarını gerçekten biz seçiyoruz? Kader mi, özgür irade mi? Bu kütüphane, yaşamın akışını değiştiren küçük ve büyük kararlarımızın gücünü hatırlatsa da, aynı zamanda her bir yolun bizim için yazılmış olup olmadığını da sorgulatır.
Bu metafor aynı zamanda, gelecekteki kararlarımıza da ışık tutabilir. Eğer yaşamın her bir anı sonsuz bir ihtimaller deniziyse, gelecekte daha bilinçli, daha özgür ve daha farkında seçimler yaparak kendi hayatımızı yeniden şekillendirebiliriz. Seçimlerimiz, yaşamın her anında birer kapı gibidir ve hangi kapıyı açacağımız tamamen bize bağlıdır. Sonuç olarak, "Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane" metaforu, hayatımızdaki seçimlerin derin etkilerini anlamamıza yardımcı olurken, aynı zamanda bize öz farkındalık, özgür irade ve içsel huzur gibi kavramlar üzerine düşünme fırsatı sunar.