Zorunlu eğitim yerine Esnek yapılanma ve yetenek temelli eğitim
Prof. Dr. Osman Çakmak / Maarif Platformu Başkanı
Maarif Platformu’nun düzenlediği panel ve müzakereli toplantılarda zorunlu eğitim ve Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'nin önündeki engeller masaya yatırıldı. Zorunlu eğitimin 5, 8 veya 12 yıl gibi sayısal bir tartışmanın ötesinde, ferdin kendisini keşfetme, yeteneklerini geliştirme ve geleceğine yön verme sürecinde önemli bir araç halinde yeniden ele alınması konuşulmuş ve bu çerçevede çözümler üzerinde durularak şu sorulara cevap aranmıştır:
Kişinin bir daha hiç karşılaşmayacağı sınamaların öğrettiği sorularla belirli bir
kalıba sokulmasının önüne nasıl çıkabiliriz?
Başı sonu belirlenmiş müfredatın insan zihnini güdükleştirmesinin önüne nasıl geçebiliriz?
İnsanoğlunun özgürleşmesine yol açacak hareketliliğin temellerini teşkil edecek bir yapılanmayı nasıl sağlayabiliriz?
Öğrencilerin farklı öğrenme hızlarına ve ilgi alanlarına uygun bir eğitim almalarını sağlamak için neler yapabiliriz?
Okulları kapitalist kurumlar gibi pazarlama ve satış yapan ve ticaret metaı olmaktan nasıl kurtarabilir ve üretim yapar hale
nasıl getirebiliriz?
Eğitimde akılcı düşünce ve mantık çıkarımlarına öncelik ve ağırlık verilerek ezberci ve nakilci tutumların en aza indirilmesi için neler yapabiliriz?
Eğitim deyince herkesin aklına gelen; okullarda, sınıflarda sırada oturan çocuklar ve tahtanın başında onlara bir şeyler anlatan bir öğretmen anlayışını nasıl değiştirebiliriz?
Artık teorik bilgiye ulaşmak, insanların büyük ölçüde kendi kendine halledeceği duruma gelmiştir. O yüzden önemli olan mesleki yeterliliği ölçen ve değerlendiren ölçme değerlendirme sistemlerinin kurulmasıdır. Bilgiyi değil; tecrübeyi ve uygulamayı ölçen sistemlerin hayata geçirilmesi için ne yapabiliriz?
TEK TİP MÜFREDAT SINIRLAR
Tüm bu sorulara cevap ararken, esnek öğrenme modelleri (evde eğitim, açık okul, çevrimiçi öğrenme vb.), akılcı öğretme ve öğrenme merkezli eğitim anlayışı, yapay zekâ ve uzaktan eğitimle gelen eğitim imkânları, hayat boyu öğrenme fırsatları, Ahilik sistemi ve meslek ahlakıyla eğitim gibi konular da gündemimizde yerini almıştır.
Bize göre; çalışmaların tek bir müfredat üzerinden yürütülmesi ve eğitimin zorunlu olması en büyük sınırlayıcıdır. Halkın, piyasanın, çağın ve ebeveynlerin taleplerine göre müfredatın yapısı esnekleştirilip çeşitlendirilmesi gerekmektedir. Tek tip müfredattan çoklu müfredata geçilmelidir. Valilik ve kaymakamlıklar/belediyelere hatta kimi okullara kendi müfredatını yapabilme yetkisi verilmelidir.
Zorunlu eğitim “müfredat tekeli” ile yürütüldüğü için müfredat esnekliği konusu da bu çerçevede tartışılan ana konulardan birisi oldu. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri eğitim politikaları ile ilgili ilk ve en büyük sıkıntı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile geldi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu coğrafi farklılıklar, bireysel yetenekler ve özgürlükler göz önüne alınmadığı için ülkenin tüm eğitim altyapısını yetersiz bırakmıştır.
Ülkemizde, özellikle inşaat ve otomotiv, ziraat ve hayvancılık alanında büyük çapta ara eleman eksikliği olduğu bilinmektedir. Bu açığın kapatılması için öncelikle öğrenci çoğunluğunun mesleki eğitime yönlendiren bir uygulamaya geçilmesi elzemdir. Lise ve üniversitelerimiz her öğrencinin kolaylıkla mezun olduğu yapı ve anlayıştan kurtarılmalıdır.
SEÇKİNCİ YAKLAŞIMDAN KURTULMALIYIZ
Seçkinci ve elitist yaklaşım yerine, yetenek ve liyakate dayanan eğitim yetenekleri kendi içinde sınıflamayı gerektirir. Böyle olunca mevcut kaynakları bu yetenekleri geliştirmeye ve topluma sunmaya yönlendirebiliriz. Çözüm, tıpkı atalarımız Selçukluların ve Osmanlıların yaptığı gibi yetenek temelli eğitime geçilmesidir. Böylelikle Batılıların yüzyıl önce dayattığı ve kendi çıkar çerçevelerini aşılamaktan başka bir işlevi olmayan bu zorunlu ve genel eğitimle insanımızın ve gayretimizin israf edilmesine son verebiliriz.
Bu toplantı dizisinde ortaya çıkan ortak çözümü şu şekilde özetleyebiliriz: Lise ve mesleki eğitimi yapılandırırken ilgili bürokratlar yanında iş dünyasının temsilcileri ve ilgili taraflar bir araya gelerek ilkokuldan üniversiteye eğitim bir bütün olarak ele alınmalıdır. Öğrenci alma sınırları iş bulamayan mezunlar vermek yerine ülkenin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak belirlenmelidir. Ele alınan problemin çözümü için konuya bütüncül bakılması, iş, ilgili sivil toplum kurumları ile meslek çevrelerinin de içinde olduğu konunun uzmanları, karar vericiler ve uygulayıcılar iş birliği yaparak çözüm bulunması için zaman geçirilmeden çalışmalara başlanması çağrısı yapılmıştır.
EN BÜYÜK YANILGI
Batı, diğer ülkelerin teknolojik ve kültürel olarak kendisine bağımlı kalmasını istemektedir. Bunun için müfredatları elinde tutmakta ve mesleki eğitimlerin önünü kapatmak için stratejiler uygulamaktadır. Türkiye bundan nasibini alan ülkelerin başında gelmektedir. Genetik kodlarımızla birçok yönüyle uyuşmadığı görülen Batı temelli eğitim sistemlerine uyma gayretleri bize Batı eğitim sisteminin başarısını getiremedi. Aksine sömürge sisteminin yolunu açtı.
Ülkemizde iyi uygulamalar gündem olduğunda sürekli Batı’ya öykünen Türkiye’deki sözcüleri söz birliği etmişçesine aynı yöntemle tepki vermektedir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli (Yeni Müfredat), MESEM projesi ve ÇEDES projelerine karşı ortaya çıkan planlı gelişen reaksiyonlar bu projelerin ülke hayrına olduğunun açık göstergeleridir. Bu projeler desteklenmeli ve arkasında durulmalıdır. Yeni müfredat çalışmalarında bazı eksiklikler olsa da eklenen ve yenilenen hususlar eğitime ruh ve muhteva kazandıracağına dair ümidimizi artırmaktadır.
Avrupa ülkelerine bakarak, onların zorunlu eğitim ve merkezi müfredat uygulamaları ile eğitim sistemimizin verimli bir şekilde geliştiğini sanmamız bir yanılgıdır. Batı’da bilinenin aksine
8. veya 9. sınıflara kadar zorunlu eğitim olsa da ara geçişlere imkân sağlayan esnek bir yapının var olmasıdır. Ayrıca bu ülkeler zorunlu eğitimle değil yeteneği yöneterek geliştiler. Avrupa’nın farkı buna sömürgeciliği de eklemesidir.
HAKKIN GASBI VE DAYATMA
Zorunlu eğitimin ve tüm derslerin tek bir merkezi müfredat etrafında şekillenmesinin insan fıtratına ve eğitimin tabiatına ters uygulamalar olduğu açıktır. Konunun ayrıntılarına bakıldığında şu hususlar göze ve akla çarpmaktadır: Ülkemizde zorunlu eğitim uygulamasının belirgin bir özelliği, öğrenmeyi okulla sınırlı tutmasıdır. Bununla hedeflenen okul-dışı bilgilenme ve eğitim kaynakları olan aile ve toplumun/çevrenin etkisinin en aza indirilmesi ve çocuğun düşünce dünyasının ve davranışlarının denetim altına alınarak tek bir kaynakla tek türde şekillendirilmesidir.
Zorunlu eğitim uygulaması, eğitimi bir hak değil dayatma aracı haline getirmektedir. Özgürlüklerin kısıtlanması eğitimi kendi doğasından ve izlenecek doğru yolundan çıkarmaktadır. Eğitim araç ve gereçlerinin öğrenme ortamlarının bunca çeşitlendiği özgürlükler çağında, zorunlu eğitim ülkenin gelişiminin önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Zorunlu eğitim mutlaka olacaksa, bu mesleki eğitimle sınırlı olmalıdır.
KÜLTÜREL SÖMÜRGENİN KURBANI MI OLACAĞIZ?
Zorunlu eğitim ve müfredat tekeli Batı’nın diğer ülkeleri “bilgi ile aldatma” yöntemi olup “kültürel sömürge” oluşturma çabasının bir uygulamasıdır. Buna delil olarak, toplumun “en yüksek enerjiye” sahip kesimi olan genç nüfusa “test çözme becerisi” dışında eğitimin hiçbir beceri kazandırmamasıdır. Hâlbuki test çözme becerisinin sanayide ve işgücü piyasasında alıcısı yoktur. Test sınavları öğrencinin özümlenmiş bilgisinin yerine mekanik ve oldukça ezberci cevaplar vermesine ve hatta bilmediği cevap
için ya tutarsa diye seçeneklerden birisini doğrulamaya sevk etmektedir. Bu sınav sistemi dolayısı ile gençlerin Türkçe yazma yetenekleri de köreltilmiş olmaktadır.
2012-2024 yılları arasında eğitim alanında etkinlikler, beceri atölyeleri, projeler, kitaplık kurma vs. gibi önemli değişiklikler yaşandı. Bu değişikliklerin çocuklarda konuşma, yazma, düşünme, iletişim, sorumluluk, ahlak-adap gibi en temel eğitim becerilerinde yeterince gelişme sağlamadığına, hatta bazı bölgelerde geriye gidiş yaşandığına dair raporlar yayınlanmaktadır.
Başka önemli bir sorun olarak köylerin boşaldığı ve mesleki eğitime olan ilginin azaldığı görülmektedir. Müfredat tekeli içinde yürütülen zorunlu eğitim; hayatı okula getirmek ve mesleki uygulamaları gündeme getirmek bir yana dursun, eğitimi okulun duvarları arasına hapsetmiştir. Laboratuvar ve atölye gibi uygulama dersleri bile yapılamaz hale gelmiştir. Son zamanlarda İmam Hatip Liselerinde üniversiteye hazırlık için bazı meslekiderslerin feda edildiği haberlerini bile alıyoruz.
OKUL HER YERDİR
Zorunlu eğitim sürecinin getirdiği başka bir problem ise okumak istemeyen öğrencilerin okulda tutulması ile eğitimi şuurlu ve kasıtlı olarak bozacak, baltalayacak şekildeki disiplinsizlik vakalarının çoğalmasıdır. Sorun aslında okul kavramına yüklediğimiz yanlış ve eksik anlamdan kaynaklanıyor. Biz okul denilince beton duvarlar arkasındaki sıralarda alınan teorik dersleri anlıyoruz. Bu yüzden zorunlu eğitim problemi ortaya çıkıyor.
Hâlbuki bizim değerler sistemimizde, her yer okuldur; Osmanlı’da Enderun, Harem, lonca, cami, köy odası, medrese, konaklar, velhasıl hayatın içindeki pek çok yer okul olarak görülür. Konak yapısında geniş aile yaşıyor; dede, nine ve bütün büyükler adeta yaşayan bir eğitim veriyor. Loncanın katı kuralları var. Meslek ahlakı her şeyden önce geliyor. Bu eğitimi almayan, bir dükkân bile açamıyordu. Almanya’nın mesleki eğitim sisteminin temelini araştırdığınızda ahilik sistemini alıp çağdaşlaştırdıkları ve mesleki eğitim sorununu aştıkları gerçeği ile karşılaşırız
Gerekli teorik eğitimler çeşitli yollarla bir şekilde lise çağındaki öğrencilere verilebilir. Lise okullarındaki hocalar dışarıda bu öğrencilerin pratik çalışmalarını takip edebilir. Olayın bazı staj işlerinde maalesef yapıldığı gibi sadece göstermelik bir defter imzalatmak olmasının önüne geçilebilir. Hatta esnaflar, sanayi atölyeleri, basım-yayın birliktelikleri, hukuk teşkilatları, meslek örgütleri, ziraat odaları kendi aralarında bu konuda eşgüdümlü işlerlik kazanarak hayatın içindeki bu eğitim sistemini ciddiyetle takip edebilirler. Böylece zorunlu eğitim süresi bir sorun olmaktan çıkacaktır.
TEDRİSAT HAYATIN İÇİNE YAYILMALI
Öncelikle, eğitimi hayatın içine yaymamız gerekiyor. Hülasa Maarif Platformunun Zorunlu Eğitim Çalıştayı’nda ortaya çıkan çözümleri şu şekilde özetleyebiliriz: Okul duvarları ardındaki sıralarda gerçekleşen teorik eğitimi değil, hayatın diğer alanlarında gerçekleşen uygulamaları da içine alan yetenek temelli bir yapılanmayı gündeme getiriyoruz. Örneğin esnaf teşkilatı, ticaret hayatı, sanayi tesisleri, hukuk büroları, üretim atölyeleri, hatta aile yuvaları da sisteme dâhil edilmeli ve bu bağlamda denetlenmelidir.
Yetenek temelli eğitime nereden ve nasıl başlayabiliriz? Toplumun genelinin eğitimi en fazla ortaokulda sonlanırsa ve bu çoğunluk ara elaman olarak ticaretin ve sanat/mesleğin içine girerse eğitim fıtri mecrasını bulacak; kendine, ailesine ve toplumuna fayda sağlayacaktır. Tıpkı ahilik teşkilatında olduğu gibi gençler hem ahlakı hem de sanatı öğrenecek; erken yaşta ticaretin ve de hayatın içine girecektir. Orada usta-çırak yöntemiyle eğitilecek; ailesine ve kendisine, cemiyete faydalı sorumluluk sahibi fertler olarak yetişmelerinin önü açılacaktır.