Selçuk Gültaşlı - Kıvrıkoğlu'nun kehaneti
Kısa dönem er-erbaş olarak yaptığım askerliğim 28 Şubat'a denk geldi.
Tankların Sincan'da yürüdüğünü, Genelkurmay Başkanlığı'nın bahçesindeki ankesörlü telefondan aradığım, bir sonraki paralel caddede bulunan Zaman'daki arkadaşlarımdan öğrenmiştim.
Zaman muhabiri olarak onbaşı rütbesi ile ‘sızdığım' Genelkurmay Karargahı'nda sürülmeyi beklerken, ‘Şeker Bayramı' denilmesine özen gösterilen Ramazan Bayramı geldi. Genelkurmay Genel Sekreteri'nin askerlerin bayramını tebrik etmesi âdettenmiş. Zamanın kudretli Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'ın askerlerin bayramını tebrik edeceği duyuruldu. Bir şubat sabahının köründe, Ankara'nın ayazında, binlerce askerle birlikte Özkasnak'ın gelip Şeker Bayramı'mızı tebrik etmesini beklemeye başladık.
Hava çok soğuk, her bölük titreyerek Özkasnak'ın gelmesini bekliyor. Homurdanmalar artarak devam ederken, komutan nihayet kürsüde belirdi. Saatlerdir ayazda bekleyen er ve erbaşların beklentisi, bayramlarının tebrik edilmesi, coşkuyla ‘sağ ol' dendikten sonra herkesin koğuşuna koşar adım geri dönmesi. Meğerse Özkasnak, dönemin anlam ve önemine uygun bir konuşma hazırlamış. Yabancı düşmanları sayarak işe başladı. Yunanistan, Suriye, Irak, İran, Ermenistan arka arkaya sıralandı. Yabancı düşmanlar bitince askerler arasında bir rahatlama oldu ama komutan enerjisini iç düşmanlara saklıyormuş. En son dönemin başbakanı merhum Erbakan Hoca'yı ima eden laflar da edince erlerin, Özkasnak Paşa'nın duyması halinde kendisini rencide edecek laflar ettiklerini hatırlıyorum. İç-dış derken bayağı bir yekün tutmuştu liste.
Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun 28 Ocak 1999'da yapılan MGK toplantısında söylediği rivayet edilen ‘28 Şubat bin yıl sürecek' kehaneti, ‘iç düşman'ların 2002'de iktidara gelişi ile bir ara boşa çıktı gibi göründü.
Öngöremediğimiz, 28 Şubat ruhunun Erdoğan'da tenasüh edebileceği ihtimaliymiş.
28 Şubat'taki Özkasnak ile neredeyse her hafta muhtarlara hitap eden (ya da her vesile ile konuşan) Erdoğan'ı yan yana koyun. İç düşman, dış düşman, hain, ‘vatanı satan akademisyenler'de tebellür eden entelektüel düşmanlığı, Kürt meselesinin şiddetle çözülebileceğine iman, dini cemaatlerin devletin kontrolü altına alınması gibi değişkenlerle muhteva analizi yaptığınızda muazzam bir örtüşme ortaya çıkıyor.
New York Times'in köşe yazarlarından Philip Taubman, İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Tahran'ın reformcu Belediye Başkanı Hüseyin Kerbaşçi'nin aynı zamana denk gelen mahkemelerini 1998'de yazmıştı. İstanbul'daki davayı takip ettikten sonra Tahran'a geçip Kerbaşçi'nin duruşmasını da izleyen Taubman şöyle bir sonuca ulaşmıştı: her ne kadar İran'ın mollaları ile Türkiye'nin generalleri taban tabana zıt görünse de, birbirlerinin ideolojileri ile mücadele ediyormuş gibi yapıyor olsa da özlerinde aynıydılar. Generaller laik fundamentalist, mollalar dinci fundamentalistti. Birbirlerinden farkları yoktu. Özgürlüğe, farklılığa tahammülleri yoktu ve kıpırdayan her şeyi tekellerine almak için her türlü otoriterliğe müracaat ediyorlardı.
Taubman şimdilerde Stanford Üniversitesi'nde hocalık yapıyor. Erdoğan'ın akademisyenlere sözlerini duymuş mudur, duymuşsa ne demiştir acaba diye insan merak ediyor? 1998'de hakkıyla tespit ettiği generaller ile mollalar arasındaki benzerliği şimdi o zaman Erdoğan'ı kurban eden generallerle şimdi generalleri aratmayan Erdoğan arasında kurar mı? Generaller laikçi otoriterdi, Erdoğan dinci otoriter. 28 Şubat'ın generalleri ile Erdoğan arasında özünde pek bir farklılık yok, der mi?
Kıvrıkoğlu'nun kehaneti de belki de boşa çıkmamıştır. 28 Şubat, içine girdiği bedeni değiştirerek devam ettiğine göre.