Okurlar soruyor, yazarlar cevaplıyor; Konuk: A.Turan Alkan
Hasan Hüseyin Koşar:
Hasan Hüseyin Koşar:
Emekliliğinizden sonra verdiğiniz bir röportajınızda yeni ve özgün çalışmalarınızın geleceği müjdesini vermiştiniz. Merakla bekliyoruz. Acaba ne zaman?
Bir okuyucu hafızasının 8 yıllık bir ayrıntıyı bile hatırlaması, benim açımdan endişe verici bir şey. İdeal okuyucu arşiv karıştırmaz ve dün olup bitenleri unutur; nitekim bütün Türkiye öyle yapıyor, sabah haberlerini bile akşama doğru bayatlamış buluyoruz. Hasan Hüseyin Bey bu açıdan ‘ideal' bir okuyucu değil. Unutmuyor ve hesap soruyor!
Farkındayım, ne kadar dikkat dağıtmaya çalışsam da soru yerli yerinde duruyor. Vaktiyle böyle bir müjde vermiş olabileceğimi kabul ederek (ki o zamanlar daha gençtim, tedbirsiz konuşmuş olabilirim!) belirtmek isterim ki o ‘majör eser'e henüz başlayamadım. Geçenlerde hanım –eksik olmasın-, çok satan ve yazarına iyi kazandıran bir roman yazmak için artık harekete geçmemi hatırlattı zaten...
Efendim şöyle oluyor; tam güzel ve muhalled bir eser kaleme almak için aklıma bir fikir gelse o gün yazmam gereken Zaman yazısını hatırlıyor ve o eseri 3500 vuruşluk bir köşe yazısı haline getirip, adeta bir multivitamin draje şeklinde sunuyorum. Güzelim eser, günlük yazıya dönüşüyor. Bu elbette okuyucular için avantajlı bir şey ama benim için değil!
Latife bir yana, iki sebepten ötürü sizlere o müjdeyi vermekten hâlâ uzağım; ilki ve en önemlisi, yaş itibarıyla artık verimlilik çağını geride bırakıyor olmamdır; ikincisi ise ilkine çok yakın bir şey ama bir türlü hatırlamadım!..
Hanife Arıkan:
34. Abant Platformu'ndan hareketle sormak istiyorum: Demokrasinin Türkiye sorunu, aydınlarımızın kendi aralarında ortak bir dil kuramamaları ve halktan kopuk olmalarından da kaynaklanıyor mu sizce?
Abant toplantısında böyle bir görüş dile getirildi ama ben o kanaatte değilim. Problem aydınlarda değil. Onlar görünür yerde oldukları ve temel görüşleri iyi temsil ettikleri için kolay hedef teşkil ediyorlar sadece. Mesele çok daha karmaşık. Şöyle anlatayım basitinden: Piyasada dolanan her yüz liranın 75'ini devlet kontrol ediyor ve yönlendiriyorsa tablo zaten sıkıntılı demektir. Konunun bir de bu paranın nereden ve nasıl kazanıldığı boyutu var, üreticilik vasfımızla ilgili bir boyut. Geçimliğimizi nereden, nasıl kazanıyor, nasıl harcıyoruz; harcadığımızın ne kadarı emeğimizin eseri gibi soruların cevap bulması lazım.
Cinayet romanlarında, ‘Paranın ve kadının izini sürmelisin' diye bir öğüt vardır. Gariban aydınlara yüklenmeden önce paranın izini sürmek lazım Türkiye'nin demokrasi sıkıntısını anlamak için.
Erhan Erbil:
Hayat bir vecizeden ibaret olsaydı ne söylerdiniz?
Rahman Sûresi, 26-27