Reha Çamuroğlu - Suriye'de sona doğru
Dış siyaset uzmanı değilim. “Haddini bilmek” en değerli bilgidir diye düşünürüm.
Yine de 2011 yılında Suriye'de olaylar başladığında, 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül'den randevu istedim ve gidip düşündüklerimi anlattım. Suriye'yi ortalama bir vatandaştan iyi bildiğimi düşünüyordum ve sınırda yaşayan vatandaşlarımızdan, bir milletvekili olarak, her gün şikâyetler alıyordum. Sayın Cumhurbaşkanı'na, “barışçıl yolların dışına çıkılarak muhalefetin büyük bir hata yaptığını ve Suriye'nin Libya'ya benzemediğini, rejimin son kurşununa kadar savaşacağını, bizim, muhalifleri cesaretlendirecek bir tavır içine girmememiz gerektiğini” söyledim.
Beş seneyi bulan savaşta, şimdi, sona doğru gelinmekte. Rejimin, Halep'i aldıktan, güya “ılımlı” muhaliflerin ikmal yollarını kestikten sonra, görünen odur ki IŞİD'le uzun sürebilecek mücadelesini tüm dünyaya “terörle savaş” olarak kabul ettirmesi hiç de zor olmayacaktır.
2011 ve 2016 arasında bir karşılaştırma yapmanın zamanıdır aslında;
1) 2011'de Esad'ın Suriye halkından aldığı destek bugün aldığı desteğin çok gerisindeydi. Ölüm göründü herkes sıtmayı beğendi.
2) 2011'de “Alevi Diktatör” olarak tanımlanmaya çalışılan Esad'ın bugün Suriye renkliliğinin temsilcisi haline geldiği görüldü. Sünni, Hıristiyan, Dürzi, Şii pek çok kesim Esad'ın arkasında kenetlendi.
3) Başlangıçta çatışmalarla arasına mesafe koymaya, en azından açıkça görünmemeye çalışan İran ve Hizbullah, çoktandır açıkça rejimi desteklerken, en önemli gelişme Rusya'nın topa hayli sert girmesi oldu. Rusya müdahalesi sonrasında, bölgede bütün dengeler değişti. Uzun süredir Türkiye ile karşı karşıya gelmemek için kuzeye yürümeyen rejim, arada Rus tamponu olduğunda, görüldüğü üzere, Halep'e rahatlıkla dayandı.
4) Uzun süredir türlü gruplarla komşu olan Türkiye, yakında Suriye ile tekrar komşu olmaya alışmak zorunda kalacak görünüyor.
5) Bizim dostluk ilişkisi sürdürdüğümüz tek bir komşumuz kalmadı ve buna da “Değerli Yalnızlık” deyiverdik. “Ağabey” kompleksimiz bir kez daha duvara çarptı.
6) Rusya, İran, Mısır, Irak, Suriye ile ekonomik ilişkilerimiz baş aşağı gitmeye başladı ve muhtemelen henüz faturanın tümünü göremiyoruz.
7) NATO ve Batılı müttefiklerimizden “beklediğimiz” yahut “iddia ettiğimiz” desteği göremediğimiz gibi pek çok konuda onlarla ciddi anlamda ters düştük.
8) Silahlı Kuvvetlerimizin sanıldığı yahut iddia edildiği kadar hazırlıklı olmadığını pek çok örnekte üzülerek gördük.
9) Bir halkı bir devlete karşı silahlı mücadeleye teşvik etmenin, cinayet demek olduğunu her halde bir kez daha gördük, vebali ise cabası oldu.
Ama bütün bunlara rağmen, maalesef, iktidar blokunun medyasında “Suriye'ye girelim” çığlıkları atan çok sayıda cengâver görüyoruz. Aslında bu cengâverlerin önünde bir engel yoktur. Gidip girebilirler. Biz de rahatlarız, onlar da. Oysa yapmaya çalıştıkları, neredeyse tüm ulusal bağları çözülmeye yüz tutmuş, kendi şehirlerinde tank ve topçu kullanan, ekonomisi son derece kırılgan, ordusu teknolojik olarak –ciddiye alınacak bir hava savunma sistemi gibi- eksikli, iç istikrarı bıçak sırtında seksen milyonluk bir ülkeyi sonu felaket olacak bir çılgınlığa sürüklemek.
Aman dikkat! Kılavuzu karga olanın…
NOT: Değerli bir siyasetçi, samimi bir Müslüman olan Fehim Adak amcayı kaybettik. Allah'tan kendisine rahmet, değerli ailesine başsağlığı dilerim.