Avrupa'nın beyaz atlı prensi olarak Erdoğan
Önceki gün Almanya Başbakanı Angela Merkel, 3,5 ay içerisinde ikinci defa Türkiye'yi ziyaret ederken ve tartışmalı Saray'a adımını atarken, mülteci müzakerelerinin nasıl kirli bir pazarlığa dönüştüğü ortaya çıktı. Zabıtlar, haberciler için hazine değerinde.
Şimdiye kadar hiçbir taraf; AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ofisleri, Yunan haber sitesinin yayınladığı zabıtları yalanlamadığına göre, içeriği doğru kabul etmemiz gerekiyor. Şüphelenmemizi gerektiren bir unsur da yok zaten. Yaşananlar, zabıtların gerçekle birebir örtüştüğünü gösteriyor.
Önce kaderin manidar cilvesinden başlayalım. Tarihi 16-17 Aralık 2004 Zirvesi'nde yani AB'nin Türkiye'ye müzakere tarihi verdiği ancak Kıbrıs yüzünden görüşmelerin birkaç defa kopma noktasına geldiği toplantının hemen ardından Lüksemburg Dışişleri Bakanı Asselborn, Erdoğan'a kızmış ve ‘burada halı pazarlığı yapmıyoruz' demişti.
1997'de Türkiye'nin istiskal edilerek adaylığının reddedildiği Lüksemburg Zirvesi'nde ev sahibi Lüksemburg Başbakanı Jean Claude Juncker, adaylığın insan hakları karnesindeki sorunlar yüzünden reddedildiğini açıklamıştı.
AB AHLAKÎ ÜSTÜNLÜĞÜ KAYBETTİ
Zabıtlarda Erdoğan'la halı pazarlığı yapan şimdi AB Komisyonu başkanı olan Juncker'in kendisi. Halı pazarlığı iki konu üzerinden yapılıyor: mülteciler ve Türkiye'deki temel hak ve hürriyetler. Türkiye mültecileri Avrupa'ya göndermeyecek, AB de Erdoğan iktidarının ne kadar otoriter olduğunu tescil eden ilerleme raporunu hem erteleyecek hem de yumuşatacak.
Yorum yaptığımız ya da spekülasyonlarla boşlukları doldurduğumuz Türkiye-AB ilişkilerinin son 6 ayı zabıtlar marifetiyle aydınlandı. Sonuçlar şu şekilde:
AB Komisyonu, AKP iktidarı 1 Kasım seçimlerini kazansın, mülteci pazarlığını kolaylıkla yapalım diye ilerleme raporunu ertelemiştir. AB, seçimleri AKP'nin kazanmasını istemiştir. Türkiye'deki seçimlerle erteleme arasında herhangi bir bağ olduğunu sürekli inkâr ederek yalanda ısrar etmiştir.
AB, demokrasi alanındaki ahlaki üstünlüğünü büyük oranda zedelemiştir. ‘Menfaat her şeyden önce gelir' demiş, Türkiye'nin yıllarca reddedilmesinin öyle çok da fazla ilke ve değerlerle ilgili olmadığını göstermiştir.
HALI PAZARLIĞINDAN AT PAZARLIĞINA
Türkiye ile AB arasındaki yakınlaşmanın yalancı bahar olduğu tescil edilmiştir. 3 milyar avro, yeni fasılların açılması, vizesiz seyahat ve Türk liderlerin yılda iki defa AB zirvelerine katılması, Türk demokrasisinin terakki etmesi ile ilgili değil, sadece mülteci sorunuyla ilgilidir. Erdoğan da bunu zabıtlarda ikrar etmektedir.
Bir AB lideri, bu vakada Juncker, Erdoğan'a kendisini aldattığını cumhurbaşkanının yüzüne söylemiştir. ‘Halı pazarlığı' bir miktar ‘at pazarlığına' dönüşmüştür.
MÜLTECİLER KOZ OLARAK KULLANILDI
Erdoğan, kamuoyu önünde mültecilerle ilgili tamamıyla insani, ahlaki ve müşfik bir tavır sergilerken, AB'den para istenmediğini söylerken kavganın tam da paradan koptuğunu anlıyoruz. Ankara bir taraftan ‘ben istemem' derken, diğer yandan sürekli yan cebini göstermiş. Erdoğan'ın ayrıca mültecileri kolayca AB'ye karşı koz olarak kullanabildiğine şahitlik ediyoruz.
Erdoğan'ın siyasi tarih bilgisinin yine çok sorunlu olduğunu görüyoruz. 53 yıl önce ve aradaki zamanda Türkiye'nin öyle pek de demokrat olmadığını hatırlatan Juncker'e Erdoğan ‘Almanya ve İngiltere de demokrat değildi' diyor. İspanya, Portekiz'i de zikrediyor. İspanya, Portekiz'i anladık da Almanya ve İngiltere nereden çıktı? Bu iki ülke de o dönemde demokrasi ile idare ediliyordu.
Juncker, 7 Haziran seçimleri öncesi Brüksel'den davetiye alamayan Erdoğan'ın 1 Kasım seçimlerine birkaç hafta kala 5 Ekim'de bu sefer neden kırmızı halı ile karşılandığını da Erdoğan'a açıkça söylüyor. ‘Mülteciler olmasaydı o halılarda yürüyemezdin' imalı laflar ediyor. ‘Seni prensler gibi karşıladık' derken söylediği bu. İslam aleminin halifesinin mülteciler yüzü suyu hürmetine Avrupa'nın ‘beyaz atlı prensi' haline geldiğini zabıtlar sayesinde öğrenmiş olduk.