Hilmi Yavuz - Müslümanlar neden İslam'ın estetik ve entelektüel mirasını yeniden üretemedi?
Türkiye'de İslamcı okuryazarların, akaid bağlamında değil ama ‘İslam medeniyeti'nin estetik ve entelektüel muhtevasına dişe dokunur bir katkıda bulunmadıklarını, bu entelektüel ve estetik muhtevayı yeniden üretme konusunda çaba göstermediklerini tesbit etmek hiç de zor değildir.
Neden bu böyledir? Şundan ötürü: İslam, bana göre elbet, Tanzimat ve II. Meşrutiyet dönemlerindeki zihnî; çabayı Cumhuriyet döneminde devam ettirememiştir. Mazeret de hazırdır: Kemalist rejim! Ama, [evet, ama!] Kemalizm'in, İslam'ın entelektüel ve estetik muhtevasının yeniden üretilmesine bir itirazı olmamıştır ki! Eğer olsaydı, mesela Sabri Ülgener, Turgut Cansever ve Nureddin Topçu gibi üç büyük entelektüele, deyiş yerindeyse, hayat hakkı tanımıyor olacaktı! Nitekim Kemalizm, kendisine sadece [evet sadece!] siyasal İslamcılığı rakip görmüş, onu bastırmıştır… Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk 80 yılına [1923- 2003] bakınız: Yargılanan, tutuklanan, işkence görenler, hep siyasal İslamcılardır. Siyasal İslamcılar dışında, bir Müslüman entelektüelin başının belâya girdiğine ilişkin hiçbir tanıklık yoktur! Nedeni belli değil mi? Topçu, Ülgener, Cansever gibi birkaç isim hariç, İslam'ın estetik ve entelektüel mirasına sahip çıkmak, Müslümanların ‘işi olmamış'tır! Yahya Kemal gibi, kendisini İslam şiirinin, dolayısıyla İslam medeniyetinin ‘imtidâd'ına adamış olan büyük bir şair ve büyük bir entelektüelin, hâkim siyasal İslamcılar nezdinde itibar gördüğünü söylemek mümkün müdür? Asla! Varsa yoksa Akif, varsa yoksa Necip Fazıl!
Yanlış anlaşılmak istemem: Mehmet Akif de Necip Fazıl da büyük şairlerdir. Ancak siyasal İslamcılar için bu iki isme, şair kimlikleriyle değil, siyasal İslam'ın amaçlarına hizmet eden marjinal [ideolojik] faydaları dolayısıyla sahip çıkmak söz konusudur. Necip Fazıl'dan ya da Sezai Karakoç'tan sık sık alıntı yapan Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'in Necip Fazıl ya da Sezai Karakoç şiirinin güzelliğinden estetik bir haz duyduğunu mu sanıyorsunuz? Siyasal İslamcılar için şiir, ideolojik bir alettir,-o kadar!
Bakınız, bir medeniyetin estetik mirasının yeniden üretilmesi meselesi nasıl ele alınıyor: Adorno'nun bir müzik enstrümanı olan kemanı nasıl yorumladığına bakalım: “Kemanın yeni duygulu tonunun Descartes çağının büyük yenilikleri arasında sayılması boşuna değildir.” Fredrick Jameson ekliyor: “Gerçekten uzun saygınlık dönemi boyunca keman, felsefî; düşünce aşamasında bireysel öznelliğin ortaya çıkışıyla bu yakın özdeşliği korur.” Adorno, felsefe tarihi ile müzik tarihi arasında bir mütekabiliyet ilişkisi kuruyor: Felsefe tarihinde ‘ben'in ya da özne'nin [süje], Descartes tarafından ilk defa, bir problem olarak konumlandırılması ile kemanın, Jameson'un deyişiyle, öznel [sübjektif] duyguları ezgi biçimde dile getirmede en mükemmel müzik enstrümanı oluşu arasındaki mütekabiliyet! Felsefede ‘ben', kemanda ‘ben'in duyguları!
Örnekler çoğaltılabilir: Lukacs'ın, romanın bir edebî; tür olarak ortaya çıkışı ile burjuvazi arasında; John Berger'in, resimde yağlıboyanın kullanılması ile Aristokrasinin, toprağın kendisine sahip olmak kadar, onun ‘imgesine' de sahip olma arzusu arasında kurduğu ilişkiler gibi…
Merak ediyorum: Acaba bir Müslüman müzikçi veya müzikolog, Adorno'nun kemanı yorumlayışına karşılık, bizim müziğimizin enstrümanları olan ud ya da tamburun bir yorumunu, bunların bizim düşünce tarihimizde nasıl bir karşılığı olduğunu irdeleme gereği duydu mu? Acaba bir Müslüman ressam veya sanat tarihçisinin minyatürü, John Berger'in yaptığı gibi; ya da rahmetli Sabri Ülgener Hocamızı ayrı tutarak söyleyeyim, bir Müslüman edebiyat tarihçisinin divan şiirini, György Lukacs'ın yaptığı gibi, bir entelektüel yeniden üretime tâbi tuttu mu?
Bir muhteşem istisnası var: Mimarî;de Turgut Cansever! Rahmetle anıyorum.