Bu diyar başka Diyar...
Türkiye Kupası çeyrek final kuraları çekildiği gün, Fenerbahçelilerin Amed ile eşleşme konusundaki düşüncelerini bilemem; ama gazetecilerin oldukça tedirgin olduğuna bizzat şahidim.
Zira hayatında hiç Diyarbakır'a gitmemiş olanlar için orası her gün haber bültenlerine çatışmalarıyla konu olmuş harabe bir şehirdi!
Bense, Diyarbakır'a birkaç kez yolu düşen biri olarak bölgeyi az çok bilmeme rağmen, endişeliler kervanında orta sıralarda yer alıyordum.
Maç tarihi gelip çattığında ilk sürprizi havalimanına inerken yaşadım. Benim daha önce bildiğim barakadan hallice havaalanı yerine Avrupa standartlarını aratmayan bir liman duruyordu karşımda… Taksici arkadaşın rehberliğinde yola çıktığımda ise şaşkınlığım iyice tavan yaptı.
Türkiye'nin en ileri seviyedeki şehirlerinde bile olmayan kentleşme ve yollarının önemli bir şeridinin bisiklet yolu olarak tahsis edilmesi hayret vericiydi.
Başıma bir şey gelmeyecekse ve bu satırlar birileri tarafından bir partiye güzelleme olarak değerlendirilmeyecekse, bütün negatif imajına karşın bu şehrin farklı bir yüzü olarak alkışı fazlasıyla hak ettiği söylenebilirdi…
Maçın nasıl oynanacağı endişesiyle geldiğimiz Diyarbakır'da hayatın normal seyrinde yol aldığını görünce diğer gazeteci arkadaşlarla birlikte yavaş yavaş rahatlama moduna geçiyorduk.
‘Dicle kent' olarak adlandırılan ve ‘Küçük Paris' diye bilinen bölge, lüks yapılanmasıyla bir Avrupa şehrinden hiç de geri kalır görünmüyordu.
Sur ilçesinin hemen dibindeki otele vardığımda resepsiyondaki görevlinin, “Size arka taraftan bir oda vereyim.” tavsiyesiyle yeniden hafif bir korku hissetmeye başladım.
Çatışmalara çok yakın bölgede yer alan otele nadir de olsa kurşunların isabet ettiği oluyormuş!
Müsabaka sabahı gelip çattığında, Sur'da çıktığımız keşif gezisinde bambaşka bir dünyayla karşılaştık. Yıllar önce ticarî; hayatın merkezi konumundaki bu bölge, hayalet şehre dönüşmüş, esnaf ve halk adeta ‘terk-i diyar' etmişti. Polisin uyarısıyla daha ileri gidemeden bölgeden uzaklaşıp stada doğru yol alırken heybemizde iki farklı yaşamın buruk izleri vardı…
Küçük bir Anadolu stadı ayarındaki Seyrantepe'ye vardığımızda ise geniş güvenlik önlemleri altında stadyuma olabildiğince yaklaşıp Fenerbahçeli futbolcuları görme arzusuyla çırpınan taraftarları gözlemledik.
Ancak dışarıdan verilen bu destek, TOMA ve biber gazlarıyla erken püskürtülünce hevesler kursakta yanıcı bir etki bıraktı!
Savaş uçaklarının ve helikopterlerin kulak tırmalayıcı sesi altında oynanan karşılaşmanın en can alıcı davranışı ‘Çocuklar ölmesin, maça gelsin' pankartıydı. Ancak merak edilen, yakın zamanda buna benzer bir söyleme yayınında izin verdiği için Beyazıt Öztürk'ü hedef alanların, Fenerbahçeli futbolcuların da ucundan tuttuğu pankart için kimi linç edeceğiydi!