İnsanlığın mülteciyle imtihanı
Yaşanan insani felakete rağmen uluslararası toplum bu büyük trajediyi hâlâ görmezden gelmekte ve mültecilere ev sahipliği yapan ülkeler ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. Mülteci meselesi en başta Müslüman halklar için büyük bir imtihandır.
İnsanlık tarihi aynı zamanda göçlerin tarihidir. Yüzyıllar boyunca hem bireysel hem de kitlesel olarak insanlık ailesi göç etmek zorunda bırakılmıştır. Günümüzün artan iletişim ve ulaşım araçları sayesinde göç hareketleri geçmişte hiç olmadığı kadar ülkeler içinde ve küresel düzeyde artış göstermektedir. Milyonlarca insan doğup büyüdükleri yerlerden ayrılarak hiç tanımadıkları, dilsel, dinsel ve kültürel olarak tamamen yabancısı oldukları ülkelerde yaşamak zorunda kalmaktadır. İşgallerin, savaşların, iç çatışmaların ve siyasi baskıların mülteci ve sığınmacı sayısını hızla çoğalttığı bilinmektedir. Dünyadaki göç hareketlerinin içinde, “hayatlarını kurtarabilmek” için ülkesini terk etmek zorunda kalan mülteci ve sığınmacılar çok özel ve hassas bir grubu oluşturmaktadır. Gördükleri zulüm nedeniyle ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan mülteci ve sığınmacıların başlıca özelliği, zulümden kaçmaları yani mazlum duruma düşmeleridir. Dolayısıyla, farklı toplumların ve ülkelerin yardım ve merhametine sığınan bu kişilere sahip çıkmak insani ve ahlaki bir zorunluluktur.
Bir dünya mülteci
Savaş, işgal, çatışma ya da iklim değişikliği gibi nedenlere bağlı olarak can ve mal güvenliğini kaybeden milyonlarca insan ülkelerini terk edip daha yaşanabilir olarak gördükleri bölge ve ülkelere göç ediyor. Dünya genelinde son 10 yılda yardıma muhtaç insan sayısının iki katına çıktığı, yaklaşık 250 milyon kişinin siyasi ve ekonomik krizlerden etkilendiği ve her yıl 100 milyon civarında insanın doğal afetlerle karşılaştığı rapor ediliyor. 38 milyon insanın kendi ülkesinde zorunlu olarak yer değiştirdiği, 21 milyonluk bir nüfusun ise mülteci ve sığınmacı konumunda bulunduğu küresel insani krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Türkiye'nin uyguladığı açık kapı politikası sayesinde yüz binlerce mülteci ve sığınmacının hayatı kurtuldu, barınma ve temel gıda ihtiyaçları karşılandı. Mülteci ve sığınmacılar, ülkelerindeki savaş ve çatışma koşullarının devam etmesi nedeniyle ülkelerine geri dönemiyor. Suriye'deki rejimin işlediği savaş ve insanlığa karşı suçların yanı sıra bölgedeki terör örgütlerinin kanlı eylemleri yüzünden sivillerin kaçışı sürüyor. Batı ülkeleri, en fazla mülteci ve sığınmacı nüfusunu kendi imkanlarıyla barındıran Türkiye'nin üzerindeki bu yükü almakta isteksiz davranıp külfet paylaşımına yanaşmıyor. Diğer yandan Avrupa Birliği ülkeleri mülteci ve sığınmacılara karşı güvenlik duvarları örmeye ve adeta bir kale vazifesi görmeye devam ediyor. Avrupa'ya ulaşabilen mülteci ve sığınmacılara karşı ırkçılık, ayrımcılık ve nefret suçlarını kapsayan uygulamalar gerçekleşiyor. Türkiye'nin üstlendiği bu ağır sorumluluk, insani bir diplomasinin sonucu olup toplumsal vicdanda karşılık bulmuş, çok sayıda sivil toplum kuruluşu mülteci ve sığınmacılara her açıdan sahip çıkmıştır.
Ege Denizi'nde yaşanan trajedi
Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanlığı'nın verilerine göre; Ege Denizi'nde 2015 yılında gerçekleşen 2 bin 280 düzensiz göç olayında toplam 86 bin 462 sığınmacı kurtarılırken, 143 insan kaçakçısı yakalandı. Bir önceki yıla göre kurtarılan sığınmacı ve göçmen sayısında yüzde 570 artış görüldü. İzmir sınırlarında gerçekleşen 572 düzensiz göç olayında, toplam 24 bin 100 sığınmacı kurtarılırken, 33 insan kaçakçısı yakalandı. Uluslararası Göç Örgütü'nün istatistiklerine göre; 2015 yılında 805 sığınmacı, Yunanistan'a ulaşmaya çalışırken Ege Denizi'nde boğularak hayatını kaybetti.
Geri kabul ya da Batı'nın vicdansızlığı
Türkiye ile AB arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması'nın Ekim 2017'de yürürlüğe girmesi beklenirken Anlaşma'nın 3. ülke vatandaşları açısından yürürlüğe girişi öne alındı ve 18 Mart 2016'da varılan mutabakat gereği 4 Nisan 2016'da geri kabul başladı. Bu anlaşma, düzensiz göçmen durumunda olan kişilerin iadesi ve geri kabulünü düzenliyor, “mültecilik” durumu ve sığınma talebi olan kişilerin iade edilmesini kapsamıyor.
AB ülkeleri bir taraftan mültecileri engellemesi için Yunanistan'ı depo olarak kullanırken, diğer yandan hak arama yollarının da kapatılmasına yönelik “hukuki kılıf” hazırlamaya çalıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu ikiyüzlü ve utanç verici tutum, ileride AB'yi hukuki açıdan çok zor durumda bırakacak ve çok sayıda itiraz Avrupa Adalet Divanı'na taşınabilecektir.
Acı bir gerçek olarak ifade etmek gerekirse, AB ülkeleri mülteci, sığınmacı ve göçmenlere kapılarını kapatarak insani değerlere ağır bir darbe vurdu. Bu bir anlamda AB'nin düzensiz göçmenlerin Avrupa sınırlarında durdurulması ve geldikleri ülkelere geri gönderilmesiyle ilgili yükümlülük ve sorumluluklarından kaçışı anlamına da geliyor. Türkiye, zaten düzensiz göç konusunda transit ülke olmanın ağırlığını taşırken, yeni süreç ile birlikte yakın gelecekte daha büyük bir yük altında kalacaktır. AB'nin her ne pahasına olursa olsun uygulamaya çalıştığı mülteci ve göçmenleri “geri ittirme” politikası yüzünden, Ege ve Akdeniz'de yaşanan insani trajediye gözlerini kapatmayan Türkiye, bu anlaşmayla yeni trajedilerin önlenmesine yönelik ahlaki duruşunu göstermiş oldu.
Kendi topraklarına ulaşmış mülteci ve sığınmacıları uluslararası koruma hükümlerinden yararlandırmayan AB ülkelerinin, 1951 Sözleşmesi'nin hükümlerini açıkça çiğnediği tarihsel bir sürece tanıklık ediyoruz.
Türkiye bu ikiyüzlü durumun meydana getireceği hukuki, ekonomik ve toplumsal etkiye hazırlıklı olmalıdır. Düzensiz göç alanındaki işbirliğinin, ancak göçmen ve mültecilerin haklarının korunmasına dair ortak yükümlülüklere riayet edildiği takdirde bir anlamı olabilir.
Türkiye'nin mülteci krizinde üstlendiği rol
Suriye'deki iç savaşın başladığı günden bu yana mülteci krizinin en ağır yükünü omuzlayan Türkiye'nin insani çabaları takdirle karşılanırken uluslararası toplumun sorumsuzluğu görmezden gelinemez. Bugüne kadar mülteciler için 10 milyar doların üzerinde kaynak harcayan Türkiye'ye uluslararası kuruluşlardan gelen yardım sadece 455 milyon dolar civarındadır. Her şeye rağmen mültecilerin acil insani ihtiyaçlarına cevap vermenin yanında sağlık, eğitim ve işgücü piyasasına erişimlerini kolaylaştırmak amacıyla yasal kapasitesini güçlendiren Türkiye, bu alanda birçok projeyi de hayata geçirmiştir.
Suriyeli mültecilerin işgücü piyasasına erişimleri bakımından yapılan yasal düzenleme önemli bir boşluğu kapatacaktır. Mülteci kriziyle ilgili ulusal kapasitenin güçlendirilmesine yönelik çalışmalarda, hem mültecilerin temel haklarının güvence altına alınması bağlamında hem de ilgili kurumların bu alandaki kapasitelerinin geliştirilmesi açısından uluslararası toplumun desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. Suriye krizi için yakın bir gelecekte siyasi bir çözüm bulunmadığı takdirde Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi mülteci yoğunluğu en fazla olan ülkelerin stratejilerini gözden geçirmesi gerekecektir.
Ne yapılmalı?
Türkiye, savaşın başladığı günden bu yana Suriye'de uçuşa yasak, güvenli-güvenlikli bir bölge oluşturulması için uluslararası topluma çağrıda bulunmasına rağmen, ne yazık ki bölgesel siyasi güçler bu çağrıya yeterli desteği vermemişlerdir. Rusya'nın askeri müdahalesiyle Suriye krizinin daha da derinleşeceği düşünüldüğünde krize bir an önce siyasi çözüm bulma umudu gittikçe azalmaktadır. AB ülkelerinin uluslararası hukuka aykırı şekilde mülteci krizini siyasi pazarlık konusu yapması endişeyle karşılanmaktadır. Bu yaklaşımla, sorunun insani boyutu görmezden gelinmekte ve mülteciler ayrımcılık, ırkçılık ve zorla geri gönderme gibi insan hakları ihlallerine maruz bırakılmaktadır.
OKUL ÇAĞINDA 1 MİLYONA YAKIN ÇOCUK
Mültecilerin orta vadede ülkelerine güvenli geri dönüşleri mümkün görünmemektedir. Bu yüzden mültecilerin temel ihtiyaçlarıyla ilgili sektörlerin gerçekçi bir stratejiye bağlı çalışmasını sağlamak gerekir. Türkiye'de yaşayan okul çağındaki mülteci çocuk sayısının 2016 yılı sonuna kadar 990.000'e ulaşacağı öngörülmekte ve MEB 2016 eğitim öğretim yılı sonuna kadar 400.000 çocuğun okullara kayıt yaptırmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu alandaki altyapı ve yetişmiş insan kaynağı açığının (dil bilen öğretmenlerin istihdamı) kapatılması bakımından paydaş kurumlarla ortak bir yol haritası çıkarılmalıdır.
Mülteci nüfusunun çoğunluğunun kamp dışında serbest ikamet yoluyla şehirlere dağılmış olması, koruma müdahalesinden beklenen başarıyı negatif yönde etkilemektedir. Yasa dışı düzensiz göç hareketliliğinin engellenmesi, şiddet, cinsel istismar, yoksulluk ve diğer olumsuzluklarla mücadele edilebilmesi bakımından hükümete önemli görevler düşmektedir. Sonuç olarak, Suriye'nin acımasız diktatörü Esed ve küresel emperyalist güçlerin neden olduğu mülteci krizinin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yönleriyle bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir. Yaşanan insani felakete rağmen uluslararası toplum bu büyük trajediyi hâlâ görmezden gelmekte ve mültecilere ev sahipliği yapan ülkeler ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. Mülteci meselesi en başta Müslüman halklar için büyük bir imtihandır.
*Stratejik Düşünce Enstitüsü Uzmanı