Hicret'ten sonraki 3 düşman
Rasûlullah (sas) Mekkeli muhacirlerle, Medineli ensârı kardeş yaparak birbirlerine bağladıktan sonra, Medine'yi dış düşmanlara karşı müştereken savunmak üzere muhacirler, ensâr ve Medine'deki Yahudiler arasında yazılı bir “vatandaşlık anlaşması” yaptı. Bu anlaşmaya göre:
*Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden olduğu şekilde devam edecek.
*Yahudiler kendi dinlerinde serbest olacaklar.
*Müslümanlarla Yahudiler, barış içinde yaşayacaklar.
*İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla savaşırsa, diğer taraf yardımcı olacak.
*Taraflardan biri Kureyş'le dostluk kurmayacak ve onları himayesine almayacak.
*Dışarıdan bir tecavüz olursa, Medine müştereken savunulacak.
*İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla sulh yaparsa, diğer taraf bu sulhu tanıyacak.
*Müslümanlarla Yahudiler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlıkta Hz. Peygamber (sas) hakem kabul edilecekti.
Medine'de Müslümanların durumu:
Müslümanlar Medine'ye göç etmekle rahata kavuşmuş olmadılar. Bir bakıma tehlike ve düşmanları daha da çoğaldı. Hicretten önce karşılarında düşman olarak yalnızca Mekke müşrikleri vardı. Hicretten sonra puta tapıcı müşrikler, münafıklar ve Yahudiler olmak üzere üç sınıf düşmanla karşı karşıya geldiler.
*Puta tapıcı müşrik Araplar: Müslümanlığın, Şam ticaret yolu üzerinde bulunan Medine'de yayılması Mekkeli müşriklerin işine gelmedi. Bu sebeple hicretten sonra, Müslümanların peşini bırakmadılar. Müslümanlığı henüz kuvvetlenmeden yok edebilmek için her tedbire başvurdular.
Yahudiler: Medine'de ekonomik yönden hâkim duruma gelen Yahudilerin de, Müslümanlık menfaatlerine uygun gelmemişti. Hz. Peygamber (sas) Efendimiz bunlardan gelecek tehlikeleri önlemek için Yahûdî; kabilelerinin her biriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapmıştı. Fakat bunlar anlaşmalara sadık kalmıyorlar, Kureyş kabilesi ve Müslümanlara düşman olan diğer unsurlarla işbirliği yapıyorlardı.
Münafıklar: Hicretten önce Hazrec kabilesinin ileri gelenlerinden Übeyy oğlu Abdullah'ın (Abdullah b. Übeyy b. Selûl) Hazrec kabilesine reis olması kararlaştırılmıştı. Taraftarları ona süslü bir taç bile hazırlamışlardı. Müslümanlığın Medine'de süratle yayılması ve Rasûlullah (sas)'ın hicret etmesi, Abdullah'ın reisliğine engel oldu. Bu yüzden Abdullah ve taraftarları Müslümanlığa düşman oldular. Fakat mücadele ve bozgunculuklarını daha etkili yapabilmek için, iman etmedikleri halde Müslüman göründüler. Böylece bir de “münafıklar zümresi” meydana geldi. Peygamber Efendimiz (sas) bunları biliyor, fakat ayıplarını yüzlerine vurmuyordu. Mekkeli müşrikler, Medine'deki Yahudilere münafıkları, Müslümanlara karşı el altından devamlı teşvik ve tahrik ediyorlar, Medine etrafındaki müşrik Arap kabileleriyle anlaşmalar yaparak Medine'ye baskın yapmaya hazırlanıyorlardı.
Görüldüğü üzere Müslümanlar, Medine'ye hicretten sonra da güven içinde olmadılar. Bu yüzden Peygamber Efendimiz (sas) Medine'nin savunmasıyla ilgili bütün tedbirleri aldı. Medine'deki Yahudiler ve Medine etrafındaki müşrik Arap kabileleri ile saldırmazlık anlaşmaları yaptı. Etrafa seriyyeler (küçük askeri birlikler) göndererek, düşmanın hareketlerini kontrol altına aldı. Mekkelilerin Şam ticaret yolunu kapattı. Geceleri Medine sokaklarında ashap nöbet tuttu. Savunma ile ilgili alınan tedbirler arasında, Müslümanların sayısını bilmeye de lüzum görüldüğünden, Rasûlullah (sas) “Bana Müslüman olduklarını söyleyenlerin isimlerini yazınız.” buyurmuştur. Sayım sonunda Medine'de 1500 Müslüman bulunduğu anlaşılmıştır.
ŞEYH EDEBALİ'DEN OSMAN GAZİ'YE NASİHATLER (2)
-Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.
En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar. (Bu nasihat Osmanlı'yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır.
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
HATİCE ANNEMİZİ UNUTULMAZ KILAN
-Eline aldığı kuru bir hurma dalına dayanarak Resûlüllah'ın (sas) kapısına kadar gelmiş olan yaşlı bir kadın, içeri girmek arzusunu izhar etmesi üzerine;
Resûl-i Ekrem Hazretleri:
– Müsaade edin, gelsin, buyurdular.
Kendisini tanıyan Resûlüllah (sas) hemen ayağa kalktılar; altlarındaki içi hurma lifi dolu minderlerini göstererek oturmasını istediler.
Resûlüllah'ın (sas) bu kadına gösterdiği hürmet ve alâka, orada hazır bulunan Hazret-i Ömer'in dikkatini çekti. İhtiyare gittikten sonra:
– Yâ Resûlâllah (sas), bu kadın kimdi ki, kendisine ayağa kalkacak kadar hürmet ettiniz, minderinizi verecek kadar alâka gösterdiniz, dedi. Resûlüllah'ın (sas) cevabı tek cümleden ibaretti: – Bu kadın, bizim Hatice'nin dostlarındandı!
Fahr-i Kâinat Efendimiz (sas), bir aile sohbetinde, Hazret-i Hatî;ce validemizi uzun uzun yâd etmiş; bazı hatıraları yeniden anlatarak, geçmiş günlerini dile getirmişti.
Hazret-i Âişe validemiz:
– Yâ Resûlâllah, senelerce evvel ölüp gitmiş olan bir yaşlı kadını, bu kadar hatırlayıp yâd etmekte ne fayda var? deyince Resûlâllah şu cevabı verdi:
– Yâ Âişe! Seneler geçtiği halde Hatice'yi unutmayışım, O'nun dış güzelliğinden değildir. Herkes beni ret ve inkâr ettiği zaman, Hatî;ce bana inandı ve tasdik etti. Etrafımdakiler bana, yalancısın, dediği zaman; Hatî;ce bana, doğru söylüyorsun, asla çekinme, dedi. İnsanlar benden bir pulu esirgediği zaman, Hatî;ce, bütün servetini önüme sürerek bunların hepsi emrindedir, istediğin kadar harcayabilirsin, dedi. Dünyada yalnız kaldığım günlerde, Hatice, benden asla geri kalmadı; bunların hepsi geçicidir, üzülme, ileride bu güçlükleri kolaylıklar takip edecektir, dedi. İşte ben, Hatice'yi, bu fedakârlıkları için unutmuyorum!