Mustafa Yazgan - DOĞU VE BATI (8)
Doğu ve Batı dünyası (kesinlikle bir coğrafya olarak değil, bir espri, bir zihniyet ve hayat tarzı olarak) birbirine kavuşmaz iki uçurum yamacıdırlar. Ak ile kara, gündüzle gece, güzelle çirkin, mutlak doğru ile mutlak yalan, iyiliklerle kötülükler gibi kesin hatlarla ayrılmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'de: (Zümer Sûresi, 9. âyet)
u De ki: Bilenlerle, bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sâhipleridir ki (bunları) hakkiyle düşünürler… buyuruluyor. Bilenlerle bilmeyenler bir olmadığı gibi yine Kur'an'da:
u Hiç görenle görmeyen bir olur mu?
(En'am: 50)
u Kör ile gören bir değildir…
(Kâfir ile mü'min) (Fatır: 19)
u Karanlıklarla NÛR… (Bâtıl ile Hak)
(Fatır: 20)
u Gölge ile sıcak… (Cennetle cehennem) (Fatır: 21) bir olmaz deniyor.
Evet.. bu kesin ayrılık noktasında Doğu ile Batı da bir, aynı, eşit olamaz. Olamayışı, “ilâhi ve mutlak adalet”in bir gereğidir. Kaliteli bir insanla, düşük ve vasıfsız birini “kalite” bazında bir ve eşit sayarsanız ne olur?.. bir düşünün. Namuslu ve dürüst bir insanla, namussuz ve şerefsiz bir mahluk bir midir? Bırakın asil ve nezih devlet ve hükümet adamlarını siz.. bu yazımı okuyan çok muhterem okuyucum.. siz, kendinizi Sırp canavarı Radovan Karadziç'le, Esed ile, Ariel Şaron ile bir ve eşit sayıyor musunuz? Siz onlar gibi hak ve hukuk katili misiniz? “Kör ile gören bir olur mu?”
Dünya'da, İslâm coğrafyalarında ve Türkiye'mizde son yıllarda “medya”nın kışkırtıp, pişirip ortaya koyduğu bir tür “duygu ve düşünce sapığı” bazı manyaklar, Allah'ın kesin hatlarla ayırdığı ve asla “bir olamayacakları”nı ifade buyurduğu bu iki kategorik insanı “aynı terazide eşitleme” yanlışına düşüyorlar. Yok insancıl (!) sevgi imiş, yok “Dinlerarası diyalog”muş, yok Papa cenapları(!)nın misyonu'na (!) yardım etmekmiş… Birkaç İsrâil'li çocuğun yaralanması karşısında sabah'a kadar uyuyamamak karşısında Beşar Esat'ın katlettiği 650 bin insanı duyup, sabaha kadar horul-horul uyuyabilmek duyarsızlığı imiş… Ve daha nice yanlışlar…
Bu “duygu ve düşünce sapıkları”na Filistin'de kolu kırılan ve taşlarla dirsekleri parçalanan gençleri, hunharca katledilen Kudüs Müslümanlarını, Bosna'da pazar yeri hedeflenerek atılmış Sırp mermileri ile şehid edilen 69 masum insanı, Grozni'de katliam tehdidi ile göçe başlayan Çeçen kardeşlerimizi, Keşmir'de işkencelerle öldürülen Müslüman mücâhitleri, Cezayir'de, Mısır'da, Somali'de, Irak'ta, Eritre'de dayanılmaz çilelere ve ölümlere gönderilen suçsuz, günahsız insanları gösterip soruyoruz:
-Hicâb'ına (tesettürüne) bürünüp okumak isteyen saf ve temiz Anadolu'muzun asil kızlarını okul ve fakülte kapılarından ve sınıflardan kovan modern (!) yamyamlarla (Kur'an'ın ifadesi ile) temiz akıl sahipleri hiç bir olur mu? Dünya'da bu emsalsiz vahşetin zâlimlerini sevebilecek tıynette ve soysuzlukta olanlar da, o zâlimlerin tâ kendileri değil midir?
Dünya'nın herhangi bir noktasında bir tabii âfet olur. Seller köyleri kentleri silip, süpürür. Depremlerle taş taş üstünde kalmaz. Yangınlar, canlı-cansız her şeyi yakar, kavurur. Hastalık salgınları yüz binlerce insanı kırar geçirir.
Bu âfet noktası bir “Batı ülkesi” ise, zulmün ve despotluğun postal yalayıcısı “Medya”, bütün dünya milletlerini yas'a çağırır. Her Allah'ın günü âfet hakkında aşırı teferruata (ayrıntılara) girerek haberler ve yorumlar sunar. Korkunç rakamlara erişen yardım kampanyaları başlatırlar.
Ama bu âfet, bir “Müslüman ülke”yi alt-üst etmişse, dünyanın Batı zihniyetli kesiminde, mermer gibi katı ve soğuk bir ilgisizlik ve sükût gündeme gelir. Bu faciâda mahvolan Müslümanlar, ilgiye bile değmez. Çünkü, Müslümanlar, insandan sayılmazlar. “Batı kafası” budur. “Batı'nın vicdanı” bu kadar sığdır, ilkeldir. “Batılı insan”, bu iğrenç sadizmi ile en koyu karanlıkları yaşarken, utanmadan “Doğu iklimleri”nin has insanlarına akıl vermeye, ders vermeye kalkışır.
“Batı”nın büyüklük (!) kompleks'i, aklını başından almıştır.
(Yarın: İslâm Güneşi)