Nihat Karademir - Gülen ve Seyyid Kutup: Olimpos ve Hira
“Batılılardan nefret ediyorum, Amerika'dan nefret ediyorum; ama daha çok Amerika'nın vicdanına sığınan Müslümanlardan nefret ediyorum.” (Şehid Seyyid Kutub)
FETÖ'nün tarihi sadece ihanetin değil, ironinin de tarihidir. Türkiye ve dünya Müslümanlarına sadece ihanet etmediler. Müslümanların tarihi ve dini değerlerini de o değerlere ihanet etmek için kullandılar. Bu, gördükçe, duydukça, okudukça duygu ve düşünce dünyamı tarumar eden garip bir ironiydi. Ancak bu ironinin amacı ne felsefe ne de edebiyat yapmaktı. Dahası ironinin vazgeçilmez unsuru olan gülmece de burada eksikti. Çünkü Gülenist ironi komediye değil, sadece ihanete hizmet ediyordu.
Tevhid dininin özeti olan on emrin her birini en alçak yöntemlerle çiğnerken, oldukça İslami görünebildiler. Bununla da yetinmediler. Peygamberden başlayarak üzerlerinde ortak bir kimlik inşa ettiğimiz tarihi kahramanlarımıza da el attılar. Fatih'in, Yavuz'un, Said Nursi'nin, Alvarlı Efe'nin, Mehmet Akif'in, Necip Fazıl'ın ve daha birçok kıymetimizin hatırasını ve eserlerini ihanet davaları için ustaca kullandılar.
Ancak beni çok öfkelendiren ironik eylemleri, İsrail'e en çok ram oldukları dönemde, Kudüs Fatih'i Selahattin adına Diyarbakır'da bir üniversite açmaya teşebbüs etmeleri olmuştu. Adeta ümmetin aklıyla ve hafızasıyla dalga geçiyorlardı. Nihayet, 15 Temmuz darbesinden hemen sonra ironiye komedi unsuru eklemeyi de başardılar. Ne garip ve ne gülünç bir durumdur ki Gülen, son konuşmasında Haşhaşi darbecilerine idam bile edilseler geri adam atmamalarını emrederken, celladının yüzüne tüküren merhum Seyyid Kutub'u örnek gösteriyordu. Bu çağrıyı ABD'de, istihbarat tarafından korunan güvenli ve konforlu villasından, polis tarafından derdest edilmiş ve tutuklanmış mankurtlarına, onların dönüp kendisine "buyur sen gel, teslim ol ve celladının yüzüne tükür" diyemeyecek kadar mankurtlaştıklarını bilerek yapıyordu.
Halbuki 2010 yılından itibaren Ak Parti'ye yönelik muhalefetlerini "siyasal İslamcılıkla mücadele" konsepti üzerinden yürütüyorlar ve Erdoğan'ı ideologları Seyyid Kutub olan dar bir İslamcı kadronun etkisinde kalmakla suçluyorlardı. Onlara göre Seyyid Kutub, sadece Türkiye'deki siyasal İslamcıların değil, El Kaide ve DAEŞ gibi terör örgütlerinin de teorisyeniydi. FETÖCÜ polisler ve yargı, İslamcı cemaatlere yaptıkları operasyonlarda merhem şehidin kitaplarına örgütsel doküman olarak el koyuyordu. FETÖ'nün kontrolündeki yurtlara ve evlere sadece Kutub'un değil, benzeri düşüncelere sahip birçok Müslüman fikir ve aksiyon adamının eserlerini sokmak bile yasaktı.
Yıllardır sürdürdükleri bu itibarsızlaştırma kampanyasını unuttuğumuzu vehmeden Gülen, bu açıklamayı Kutub'un en nefret ettiği devletin, yani ABD'nin şemsiyesi altında ve ABD adına kendi ülkesinin meşru hükümetine darbe girişiminde bulunduktan sadece birkaç gün sonra yapıyordu. Halbuki örnek gösterdiği şehid Kutub, ABD'yi sadece safları ve ahmakları aldatabilen, vicdanı kokuşmuş sahte Batı uygarlığının bir parçası olarak lanetliyordu. Ona göre bu uygarlık, materyalist ve doymak bilmeyen bir makine ve ticaret uygarlığıydı. Yazılarında ABD'ye yönelik nefretini açıkça deklare ediyor, ancak bu sömürgeci vicdana güven duyan Müslüman liderlere olan nefretinin ise daha fazla olduğunu özellikle vurguluyordu.
Kutub, henüz 1950'li yıllarda Gülen'in de bir parçası olduğu Amerikancı İslam'ı keşfetmiş ve adına Yeşil Kuşak İslam dediğimiz bu projeyi net ifadelerle tanımlamıştı. Merhum şehide göre, bu projeye hizmet eden din adamlarının ve liderlerin görevi, ne zaman Müslümanlar sömürgeciliğe kendi iradeleri ile karşı çıkmaya kalkışırlarsa, milletin düşmanlarını bırakıp bizzat millete karşı savaşmaktır. Bunlar ümmeti aynı yerden sık sık sokan yılanlardır. Yaşadığımız krizlerin ve faciaların sorumlusu millet değil, bu zayıf karakterli ve hasta ruhlu kişilerdir.
Kutub'un analizlerinden ABD'nin, Gülen ve benzerlerin Soğuk Savaş Dönemi'nde İslam'ı komünizme karşı kullanabilmek için istihdam ettikleri anlaşılıyor. Gülen'in temsil ettiği Amerikan stili İslamiyet'in hedefinde komünizm ile birlikte kapitalizmin/ABD'nin sömürüsüne de itiraz etmek yoktur. Dahası bunların en nefret ettiği Müslüman tipi de Batı'nın çıkarları için değil, Allah rızası ve kendi toplumlarının hayrı için mücadele eden Müslüman erlerdir.
Şehid Kutub, Soğuk Savaş'ın sona erdiğine ve yeni bir dünya düzeninin kurulduğuna şahitlik edemedi. Şayet ömrü yetseydi, FETÖ benzeri yapıların komünizmin tasfiyesinden sonra radikal İslam ile mücadele adı altında, ümmete karşı kullanılmak üzere yeniden yapılandırıldıklarına ve son Türkiye örneğinde olduğu gibi milletin sessiz devrimini öldürmek için birer karşı-devrimci harekete ve silahlı terör örgütlerine evirildiklerini de görecekti.