Kendi bahçelerinde bahçıvan: İki öykücü
Esra Erdoğan ve İrem Ertuğrul’un öykü kitaplarından söz edeceğim.
İlki YKY’den (Kocamın Adı Ağzımın Tadı), diğeri KTB’den çıktı (Mahalledeki Hayalet). Bu iki ismi bir yazı çatısı altında bir araya getiren benim. Yoksa ikisi de kendi bahçelerinin bahçıvanı, kendi tezgahlarında kendilerine ait kumaşları dokuyorlar.
Öncelikli amacım bir karşılaştırma yapmak değildi. Yaptığım beraber “okuma” bunu kaçınılmaz kıldı:
Bir kere, aynı bir yıllık süre içinde çıktı bu iki kitap. Dönemdeş yani. Sonra iki yazarın da ilk öykü kitapları. Hatta iki kitap da on yıllık bir süre içinde yazılmış öykülerden oluşuyor. Belki daha da önemlisi, ikisi de, dilde ulaştıkları etki gücüyle, okuyucuya aynı özgüven duygusunu, veriyor.
Bu iki yazarı kendilerine has kılan öykü dünyaları, üslupları, sergiledikleri dil tadları. Bu kitaplardan biri on altı, diğeri on öyküden oluşuyor. Bu ayarda on-on beş öykü yeni ve kendisi olan bir öykücü çıkarmaya yetiyor. Sayı ve hacim değil belirleyici olan çünkü.
Esra Erdoğan Tarsus’ta doğmuş, Lise öğrenimini bitiresiye kadar bu şehirde kalmış. İrem Ertuğrul İstanbul’da Kasımpaşa’da doğmuş ve büyümüş. Bu türden bilgiler eserlerine bakarken gerekli mi? Yerine göre işe yarayabiliyor. Mahalledeki Hayalet, bir mekâna, Arda Caddesi’ne (Kasımpaşa-Beyoğlu) ithaf edilmiş. Kocamın Adı kitabı ise “bıdık su” Atlas’a.. İrem Ertuğrul’da öyküdeki atmosfer, mahalle ve sokağı da içeriyor. Esra Erdoğan’ın öykülerinde de var çevre, fakat daha başka bir şekilde.
YENİ TEKNİKLERLE KURULAN ÖYKÜLER
Esra Erdoğan’ın, doğa deneyimi daha yüksek bir öykü dili var. Çoğu zaman imgesel değerler yüklenmiş kullanımlar, anlam oluşturucu öğeler olarak örgüye dahil: Acı süs biberi, çürük elma, külü soğumayan göç ateşi, Toroslarda yürüyecektik keçiler gibi, erkek kenevir otları, çıplak dağ başında meyvesiz meşe, vd. (“Tarla ortasında çalıya sıyrılmış bir yılan gömleği aklım” ile “donmuş gölün altında kalmış balık gibi” metaforlarını da ekleyeyim. Yazarın kendi deneyimlerinden çıkan özgün kullanımlar bunlar.
İki öykücü de neredeyse her öyküde, yeni anlatım teknikleri arayıp denemiş. Mesela sadece karşılıklı konuşmalardan oluşan iki öykü yazmış Erdoğan (Sahtekârrr Bugün ve Sahtekârrr.) ve Ertuğrul (“Girl, You’ll Be a Woman Soon”). Deneyenler bilir, başarıya ulaşması ustalık isteyen bir tekniktir bu. İki öykücümüz de ayrı ayrı güçlü metinler ortaya koymuş. Esra Erdoğan, belki de öykünün yazıldığı tarihte yeni kullanılmaya başlanan “çetleşme”yi esas almış: İki aşığın, şiir yoğunluğu bulunan değişmeceli diliyle kuruyor konuşma akışını.
Ertuğrul’da ikili konuşma daha soyut bırakılıyor. Bir dış sesle (Polis mi?) yedi yaşındaki kızın konuşması! İki sayfa içinde, küçük kızın yorumsuz yansıttığı birkaç ev içi hareketi, büyük bir aile faciasını da içermeye yetiyor. Kalbimize kadar ulaştırıyor yazar o acıyı. Hem de hikâye sonunda ortaya çıkan ve asıl sürprizi oluşturan tek bir “hayır” kelimesiyle..
Kurulu aile düzeninin dışında sevgi ve tatmin arayan bazı erkekler var öykülerde. Aile içindeki diğer bireylerin pozisyonları da farklı biçimleriyle aralara giriyor. Her zaman tamamen erkeğe yüklenmiş bir eylem değildir “kopuş”un ortaya çıkışı. İrem Ertuğrul’un yazdıklarından toplum ve eğitim boyutlu yorumlar çıkarabiliriz mesela. Psikolojik sebepler de girer devreye. Yani tek hatlı düz bir çizgi değil, karmaşık bir durum vardır.
BAŞARILI İKİ KİTAP
Kocamın Adı kitabında aldatanlar daha çok kadınlar. Ancak yine tek boyutlu olarak girmez bu konu öykülere. Kurt Ağız Tavşan Dudak öyküsünde, tavşan dudak doğan bir çocuktur birincil konu. Genç annenin, bir sirk adamının “çemberine” takılıp gitmesi ikincil durumdur buna göre. Buradaki terk, kadının yaşama tecrübesizliğiyle de bağlantılıdır.
Esra Erdoğan’da kadın erkek ilişkileri, bunlara bağlı konular kitabının başlığına taşınacak kadar önde duruyor. Kitaba adını veren ilk öyküde aldatan kocadır, yani erkek. İrem Ertuğrul’un kitabında ise kadın-erkek ilişkisi, kapağa isim olarak değil ama, seçilen kapak resmiyle taşınmış. Hem de sert bir imaj olarak.
Kitapların tek içeriği değil elbette bu konu. Ama birincil kişileri genelde “kadın”dır bu iki kitaptaki öykülerin de. Doğal olarak kadına ait bakışlar, duyuşlar, daha önde duruyor öykülerde. Aile, ev içinden yansıtılıyor.
Hangi içeriklere sahip olursa olsun, anlatı, metin değerini, dilin kullanım biçimleriyle kazanıyor. Bu iki öykü kitabını başarılı, özgün bulmamızın ilk sebebi dilleri. Bu konuyu biraz daha açalım:
Şunu unutmayalım, uzunca sayılabilecek bir süreç içinde ortaya çıkmış iki kitap var elimizde. Neredeyse her öykü, bir birini tekrarlamayan, tek tek birer değer olarak çıkıyor kitaplarda önümüze. Her biri başlı başına ele alınası metinler. Mesela Erdoğan’ın kitabındaki Sinek Kasım öyküsü, kendi başına apayrı yüklenimleri bulunan dolu dolu bir metin.
Yazar, nesir içinde, ritim oluşturucu bir öğe olarak kafiyeden yararlanıyor. (“Kasım’ın bakışları balık balık. Alık. Bildiğin alık.”) Daha önemlisi de var: Başlardaki birkaç öyküsünde, örtük dil kullanıyor. Dil içinde oluşturulmuş bu yeni dil yazara ait, özgün bir yapı. Bir kitap boyunca hep bunu sürdürebilirdi. Yadırgamazdık (elbette bir tekrara dönüşmemek kaydıyla). Birkaç öyküyle sınırlı bırakmış; yeni yollar bulmuş zaman içinde kendine.
İrem Ertuğrul’un öykülerindeki derin yapının bir katmanında, “çizgiden çıkma” diye de adlandırabileceğimiz bir boyut söz konusu. Bu “kontrolsüzlük” anlatımı, ilk öykülerde, akıl sağlığının bozulması biçimiyle ortaya çıkıyor. Bu “firâr”, son öykülere doğru, bir “uçuş”a dönüşür. İlk öykülerde bu durum trajikken, marka olan her şeyin uçuşa geçerek gökyüzünde kaybolmasının anlatıldığı öyküde fantastiktir. İroni içerir. Aynı yaratıcı edimin iki farklı görünümü bunlar. Her iki halde de toplumsal yapı eleştirisi olarak okunabilecek anlamları dolaylı olarak içermektedir.
Esra Erdoğan’ın Hight Quality Bebekler, İrem Ertuğrul’un Ceset Karaborsacısı dikkat çeken öyküler. Bence iki yazarın da tüm öyküleri, şeçkin okuyucu dikkatlerini boş çevirmeyecek güçler taşıyor.