Evlat nöbeti tutan annelerin sesini duyun
Gazeteci Tülay Demir Oktay’ın “Annemin Sesi” isimli yeni kitabı, Turkuvaz Kitap etiketiyle okurla buluştu. Oktay kitabında, HDP’nin gençler üzerinden yaptığı oyunu ve PKK terör örgütünün iç yapısını yaşanmış olaylar ve çarpıcı detaylar üzerinden anlatıyor. Üç yıllık titiz bir çalışmanın sonucunda tamamlanan kitaba, iki yıl önce tüm Türkiye’nin ‘Hacire Anne’ olarak tanıdığı acılı bir annenin isyanı ilham oldu. Hacire Anne, elinde bir çekiçle HDP Diyarbakır İl Binası’nın camlarını tuzla buz edip ardından, ‘Çocuğumu almadan buradan hiçbir yere ayrılmıyorum!” diyerek kapı önünde oturma eylemi başlatmıştı. Bu kitapta kendi iradeleriyle evlenmeleri bile mümkün değilken dağa götürülmüş ve henüz 8, 12, 15 yaşlarındayken ellerine silah verilmiş küçücük, gencecik çocukların hikâyelerine tanıklık edecek, kızı için ağıtlar yakan Türkân Anne ve evlat nöbetindeki diğer annelerin içimizi yakan acılarına ortak olacak, Ayşegül Anne’nin, ‘Evladımı sizden söke söke alacağım!’ diye haykıran sesini duyacaksınız. Annemin Sesi’nde, ‘Televizyonda annemi gördüm. Annemin sesini duydum ve kaçtım...’ diyen Mustafa’nın ve diğer evlatların yaşadıklarını ve tüm açıklığıyla PKK terör örgütünün yaşattıklarını bulacaksınız.
- Ülkemizin kanayan yaralarından biri olan Diyarbakır Annelerini kitaplaştırdınız. Öncelikle kitabı yazma hikayenizi sizden dinleyelim. Nereden çıktı Diyarbakır Annelerini yazma fikri?
Diyarbakır annelerini ben de herkes gibi ilk 2019 Eylül’de gördüm. Bir merdivende oturan anneyi gördüm ilk önce ve sonra birkaç haber izledikten sonra o annenin adının Hacire Anne olduğunu öğrendim. Hacire Anne de o gün orada haber yapan kameralara döndü ve dedi ki “Ne pahasına olursa olsun bu binayı yakacağım ve cezam neyse gidip yatacağım.” Hacire Anne beni çok etkiledi. Sonra Ayşegül Anne de ertesi günün akşamı o merdivenlerde oturmuştu. Oranın bir parti binası olduğunu öğrendim. “Parti binası önünde anneler neden oturuyor?” diye sordum. O zamanlar Hürriyet Gazetesi’nde çalışıyordum ve o bölgeye çok uzak bir insan olduğum için etkilenip oradaki annelerle röportaj yapmak istedim. Çalıştığım gazeteye söylemeden gittim. Dedim ki “Ben röportaj yapayım ister koyarlar, ister koymazlar.” Diyarbakır’a gittim. İlk kez böyle bir olayın varlığını orada gördüm ve bir anne olarak da çok fazla etkilendim. Annelerin öyle bir sorunu olduğunu,o bölgede ilk kez o gün öğrendim. Annelerle de röportaj yaptım ve çözüp gazeteye röportaj olarak koydum.
HACİRE ANNE İLK EYLEMİNDEN SONRA OĞLUNA KAVUŞTU
- İlk röportajı siz mi yaptınız öyleyse?
- Gazetede ilk röportajı ben yaptım. İlk olduğu için de anneler o günden sonra bana çok ilgi gösterdiler ve irtibatta kaldık hep. Sonra dedim ki “Bu annelerin sesini, feryadını bütün dünya duysun. Çünkü bunu ben biliyorsam dünyada kimse bilmiyordur” diye düşündüm. Meğerse işin biraz da aslı şu: Herkes aslında neyin ne olduğunu biliyormuş ama biraz da bilmemezlikten geliyorlarmış. Teröre sempati duyan Avrupalılar, teröre çok daha fazla sempati duydukları için biraz gözlerini, kulaklarını kapatıyorlardı. İlk kez teröre karşı dirayet gösteren, ilk kez teröre karşı bir eylem yapan ve teröre karşı cesaret gösteren anneler olduğu için ben de çok önemsedim. İnsanların da bu hikayeleri duyması gerektiğine inanarak bu kitabı yazmaya karar verdim. Kitabı onun için üç dilde İngilizce, Almanca ve Türkçe hazırladık. Terörün Kürt annelere neler yaptığını, o bölge halkına ve o bölge çocuklarına nasıl zarar verdiğini görmesini herkesin duymasını istedik. O şekilde yola çıktım.
- Hacire Anne çocuğuna kavuşabiliyorsa demek ki diğer annelerde çocuğuna kavuşabilir...
Hacire Anne ilk eyleminden sonra oğluna kavuştu. Bu demektir ki orada başka şeyler dönüyor. Demek ki bu çocuklar gerçekten kandırılarak götürülüyor ve gerçekten anneler buna izin vermiyor. Bu annelerin cesaretine ve bu ayaklanmasında da devlet arkalarında ve destekliyor. Zaten bu son iki buçuk yılda birçok aile çocuğuna kavuştu. Kavuşamayanlar da var, konuşamayan da çok fazla. Kitabın başında Ayşegül Anneyle konuştuğumda çocuğu Mustafa için evlat nöbeti tutuyordu. Ayşegül Anne orada “Ben evladımı sizden söke söke alacağım” diye bağırıyordu. Mustafa teslim oldu daha sonrasında mesela.
SABİRE ANNENİN HİKAYESİ BENİ ÇOK ETKİLEDİ
- Peki kitabınızın ismi nereden geliyor?
- Bütün röportajlar bittikten sonra en son Ayşegül Annenin oğlu Mustafa teslim olduktan sonra ifadesi alındı. Mustafa ile konuştum ve dedim ki “Ne zaman kaçmaya karar verdin?” Dedi ki: “Kaçmak hep aklımdaydı ama ne zaman ki televizyonda annemin sesini duydum o zaman kaçmaya karar verdim” dedi. O anda da zaten kitabın ismini “Annemin Sesi” olarak kafamda koymuş oldum. Kitabın ismini veren cümle oldu. Mustafa şu an askerde. Zaten annesi de “Gidip hainlere hizmet edeceğine gelsin kendi vatanına hizmet etsin” demişti.
- 8, 12, 15 yaşlarındayken ellerine silah verilmiş küçücük, gencecik çocukların yaşadıkları çok etkiledi bizi elbette. Berfin’in pikniğe diye götürülüp kandırılması, kız arkadaşının cansız bedenini bulan ve 22 kez kaçmaya çalışan Mehmet Emin Alkan’ın, bir oğlu halen dağda olan, öteki oğlunu da ev basıp şehit eden Necibe Çiftçi’nin halen evlat nöbetİ tutması... Çok zor. Peki kitapta sizin yer veremediğiniz ama halen etkisinden çıkamadığınız biri oldu mu?
Sabire Anne Samsun gibi bir şehirde terörle öyle bir mücadele veriyor ki bir tane oğlunu en sonunda kaptırıyor. Sabire Annenin oğlu ve kızı Samsun’da okula gidiyor. Dağa giden oğlu 16-17 yaşlarında onlarla tanışıyor. Ama zaman içerisinde çocuğu tamamen bir terör sempatizanı haline getirmeyi başarıyorlar. Ama annenin o süreçte çok büyük bir mücadelesi var. Oğlunu göz göre göre onlara kaptırıyor. Çocuğunun gitmesinde bir milletvekili aracı oluyor ve oğlu gerçekten çekip gidiyor ve geri dönmüyor. Sabire Anne de üç yıldır mücadele ediyor. Diyarbakır’daki annelerin çok az kısmı o bölgeden. Bir çoğunluğu Diyarbakır dışından geliyor ve evlat nöbetine katılıyor.
GİTTİKLERİ İKİNCİ GÜNDE PİŞMAN OLMUŞLAR
- Peki kitabı yazarken veya yazdıktan sonra hiç tehdit aldınız mı? Sizi korkutan bir şey oldu?
- Her şeyi göze alarak yola çıkmıştım. Sosyal medyadan, mailden tehdit, şantaj veya aşağılayıcı mesajlar atanlar var. Açığımı arayıp bir yerden vurmaya çalışanlar var. Provake etmek isteyen, sabote etmek isteyen oldu. Kitap çıkmadan kitabın dağıtımını engellemek isteyen oldu. Baskıya gidene kadar hep tedirgindim bir şey olacak, bir şey çıkacak ama bunlar engellenecek diye. Çünkü onu hissettiriyorlardı bana ama korkmuyorum. Korkacak olsaydık bu işleri hiç yapmayız zaten değil mi? Korkacak olan aslında terörün kendisi olmalı. Korkacak olan bu anneler de değil, bu annelere destek verenler değil. Her Türk vatandaşının da gerçekten ülkesini, vatanını korumak adına bu annelere destek olması bence şart. Hem sınırlarımızın korunması açısından hem de birlik ve beraberliğimizin korunması açısından çok önemli. Bu yaptığım bir gazetecilik başarısıdır diye düşünüyorum. Farklı farklı konuları yazmaya devam edeceğim ama bu konuyu siyasete bağlamaya hiç gerek yok, siyaset üstü bir konu olduğuna inanıyorum ve terörün bitmesini isteyen herkesin, ses vermesi gerektiğine inanıyorum.
- Peki o çocukları oraya süren, etkileyen nedir sizce?
Hemen hemen hepsi gittiği ikinci gününde pişman olmuş. Hiç uğruna orada bulunduklarını idrak ettikten sonra çok pişman oluyorlar. Yoksa gerçekten onlara vaat edilenler ya da gerçekten uğruna ölecekleri bir dava yok öyle zannediliyor. Kızlar sadece getir götür işleri yapıyor, odun topluyor, yemek yapıyor.
NÖBETTE UYURLARSA TERÖR ÖRGÜTÜ İNFAZ EDİYORMUŞ
- Peki fiziksel olarak bir değişiklik gözlemlediniz mi?
- Bazı çocuklar karşımıza oturduğunda bizim gibi oturamıyor, hala ayaklarını topluyorlar. Ellerindeki silahlarla yatıp kalkıyorlar. Mesela bellerine taktıkları şey acıkmamaları için. Mideyi sıkıştırıyorlar ve o kıyafetlerle yatıp kalkıyorlar. Mideleri artık içine yapışıyor. Mustafa mesela yeni geldiği zaman o hafta ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Ertesi gün görüştüm gerçekten de bir deri bir kemik zayıf. Her gelen çok zayıf sonra yavaş yavaş toparlanıyorlar. Hatta yemek yerken çok zorlanıyorlar. Orada farklı yemekler var galiba konserve ağırlıklı. Bir de hangi bölgede bulunduğuna bağlı. Korkuyla karışık uyku ve hep tedirginler. Mesela nöbette uykuya daldıklarında infaz ediyorlarmış. Kaçmaktan başka da hiçbir düşünceleri yok. Orada arkadaş edinmekte yasak. Yani bu çocukları insan olmaktan tamamen çıkarmışlar, robot oluşturmuşlar aslında. Ama yine de bu çocuklar her şeye rağmen şunu söylüyorlar birçok röportajda. “Ben kendi toprağıma, ülkeme ayağımı basayım da isterlerse öldürsünler” diyorlar.
- Dönen kişiler ve ailesi orada yaşamaya devam ediyorlar mı?
Evet yaşamaya devam ediyorlar. Tabii tehdit alan var, sokakta sataşanlar var. Bu gelen gençlere ajan gözüyle bakanlar, hain gözüyle bakan var. Çok zorlu bir yöre ne yazık ki. Ama devlete mesela ben tamamen izimi kaybettirmek istiyorum dediklerinde devlet bunu da yapıyor. Tamamen farklı bölgeye gidip farklı kimliklerle yaşamlarını sürdürebiliyorlar.