10’ların İzleriyle Türkiye - 161
2014'ün Türkiye'sinde tüm dinamikler değişime uğramış gibiydi! Daha çok demokratikleşme adı altında, türlü açılımlarla zamana, dünyaya uyum sağlayalım derken; çok önemli bir şeyi; bu 'Gazi Toprakları' yurt yaparken ortaya koyduğumuz, birlikteliğimizi, bizi büyük bir millet yapan en önemli niteliğimizi aşındırdığımızın farkında mıydık?
İlmin, bilimin, sanatın, doğanın, özgürlüklerin, insanca yaşam koşullarının giderek değer yitirdiğini, inanç özgürlüklerinin sorgulandığı, yorumlandığı bir ortamın içerisine çekildiğimizi görebiliyor muyduk?
Bu soruların cevabını verebilmek için bu son bölümde 'Yeni Türkiye' kavramını oluşturmak adına ortaya çıkan tabloya bakmanın doğru olacağı kanaatindeyim!
Bu tablo bana göre hiç de hoş bir görüntüye sahip değildir. Çünkü ülkemizde yaşananlar, farklı söylem ve eylemler, yurttaşlarımız arasında adı henüz tam konulamayan bir soğukluk adeta bir kutuplaşma ortamı yaratmıştır. Bu ülke ve milletimiz hiçbir neden için böylesi bir ortamı hak etmemektedir.
2014 yılına geldiğimizde Türkiye'nin önündeki en büyük tehlike kutuplaşmadır!
İktidarın gücünü kullananlar için iyi olan, karşıt düşünceleri savunanlar için iyi olamayabilir, ya da tam tersi de söylenebilir.
Ancak ortak iyi'yi bulmak, başta ülkemizi yönetenler olmak üzere herkesin ortak hedefi olmalıdır.
Önümüze gelebilecek en kötü tablo; giderek artan siyasi kutuplaşmanın daha da artması ve milletimizin üzerinde oluşan baskının, biriken enerjinin giderek artması ve kontrolden çıkmasıdır.
Böylesi bir ihtimal; bu coğrafyada kan çanağından bir devlet oluşturmuş yüce Türk Milletinin hiç de hak edeceği bir son olamaz. Bu gidişte, 'bizim tarafının hiç suçu yok!', 'sizin taraf bunun sorumlusu!' söylemlerini, ya da tersi iddiaları bir tarafa bırakarak, aydınlık yarınlarımızı inşa etmek ülkemizi yönetenlerin, muhalefet görevi yapanların, kısacası bu ülkede sorumluluk sahibi her kurumun, herkesin birinci görevi olmalıdır.
Ülkemizin halen yönetimini elinde bulunduranların ve özellikle Başbakan'ın bu süreçte kullanmış olduğu üslup; kişiliği, söylemleri temsil etmiş olduğu gücüyle Türkiye siyasetini domine (baskın gelmek, hükmetmek) edebilir. Bu üslubu herkes onaylamak zorunda olmadığı gibi, Başbakan'da, herkesin onayına sunmak zorunda da değildir. Önemli olan, ortak aklın ve sağduyunun öne çıkması/çıkarılmasıdır.
Görünen o dur ki!
Bugün ülkemizin gelmiş olduğu nokta; giderek tasfiye edilen 'eski rejimin' yerine neyin, hangi aktörler eliyle nasıl konulacağıdır? Birkaç ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015 yılında yapılacak genel seçimler sonrasında Türkiye'nin yeni bir döneme girmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu noktada her kesimin dikkat etmesi gereken şey; ülkemizin en önemli kurumlarına kol, kanat germek onları hırpalayıp, örselememektir.
Geçmiş dönemde yaşananlar ortadadır:
Siyasi liderlerin birbirlerine hitap ederken kullanmış oldukları sert üslup, kullanılan cümlelerin, hiçbir şekilde mazur gösterilemeyecek kabul görmeyecek içerikleri, partilerine mensup diğer yetkililerin, liderlerinin bu sert üsluplar çerçevesine uygun olarak vermiş olduğu demeçler ortadadır.
T.B.M.M'de yaşanan ama hiç hoş olmayan olumsuz görüntüler, Siyaseten işe gelinmediğinde, yerden yere vurulan; işe gelindiğinde baş tacı edilen; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, TUSİAD, TOBB, çeşitli sendikalar, sivil toplum kuruluşları, iş adamları, holdingler, gazeteciler, sanatçılar, yazarlar…
Ve kumpas kurulduğu iddiası hala ortada duran; milli ordumuzun, pek çok komutan, subay ve astsubayının bilinen davalar sonucunda yaşadıkları dram, kamu vicdanını yaralamaya devam eden hak arayan hukuksuzluk çığlıkları! Bütün bu yaşananları yok saymak, görmezden gelmek mümkün müdür?
Tabii ki hayır!