KIRILMADIK NE KALDI? (6)
Devam...
VATAN NEDİR BİLİR MİSİNİZ?
‘’ 1980’li yıllardan başlayan bu değişimle beraber Türk toplumu; zenginleşme, şehirlere doğru yoğun bir göç, eğitim düzeyinde ise yükselme yaşamaya başlamıştır.
Bu arada etnik ve dini inanç temelli kimlikler, kendilerini ifade etme yönünde büyük mesafe almıştır. Gelir dağılımındaki bozukluğa karşın, üretim ve refah düzeyindeki artış, açık toplum olma yönünde mesafe alınmasını sağlamıştır.
Farklı görüşlerin ifade edilmesine imkân sağlayan radyo, televizyon, gazeteler, haber portalları, internet siteleri/yazışma grupları, sayıları her gün artan vakıf ve özel üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, geleneksel dini cemaatler, sosyal çoğulculuğun ilk göze çarpan kanıtlarıydı.
Değişime yol açan bir diğer etken, zenginliğin büyük şehirlerden Anadolu’ya doğru yayılmasıdır. Anadolu’nun birçok şehrinde ihracata yönelik üretim yapan işletmeler ortaya çıkmış 1980’lerde başlayan bu süreç geri döndürülemez bir nitelik kazanmıştır.’’(Bk. Kaynakça - 4)
Ancak yaşanan böylesine büyük bir değişim sürecine rağmen; 2000’li yılların ilk çeyreğinde öylesine şeyler yaşayacaktık ki Öylesine şeyler yaşanmaya başlamıştı ki!
Toplumumuzda bir ve beraber olmanın verdiği değerler manzumesi adeta yok olmaya yüz tutmuş; yerini bireyselleşmeye, benmerkezciliğe giden bir süreç almıştı!
Ne olmuştu bize, bu toprakları vatan belleyen hepimize?
Bize, bizim insanımıza has olan o en önemli özelliğimiz; saygı ve sevgi merkezli yardımlaşma duygumuzun yerini; mekanik ve elektronik bir yaşamın, vurdumduymazlığının aldığı, insani değerlerimizin adeta maddeciliğe dönüştüğü bir süreç başlamıştı sanki..!
Pekiyi 50’li,60’lı, 70’li, 80’li, 90’lı yılların Türkiye’sinin türlü sıkıntılarını, yokluklarını gören, bilen ve yaşayan ama tüm bunlara rağmen; ülkemizde hep var olan duygu ve kardeş birlikteliği ile coşan bizler, hepimiz; ülkemizin kuruluş aşamasından sonra tüm zorlukları, bu birliktelikle yenmemiş miydik?
Duygusallığın, sevginin, aşkın, doğanın, kısacası insanı insan yapan tüm değerlerini, toplumsal yardımlaşmanın ne demek olduğunu unutmadan, yok saymadan o sıkıntılı yılları atlatmayı başaran, bu gerçekleri bizzat gören, bilen benim kuşağım yarım asır; 90’lı yılların gençleri çeyrek asır sonra, bu kadar kısa bir sürede; aşağıda sıralayacağım bu değişim sürecini nasıl yaşamıştık?
Tabii ki, toplumlar yıllar içerisinde gelişmeli, dünyanın gidişatına ayak uydurmalı, ilmin ve bilimin ışığının yol gösterdiği bir gelişim süreci yaşamalıydı.
Devletimizin kurucusu, bizi ümmet olmaktan, millet olma vasfına taşıyan Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, bize göstermiş olduğu hedef; bu değil miydi?
Yüce Atatürk; 91 yıllık bu büyük çınarı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ata yadigârı bu topraklarda yeşertirken, güvendiği yegâne şey:
‘Türk Milletinin’ Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’i, Arap’ıyla her bir bireyinin; hürriyeti ve bağımsızlığı uğruna canını, malını, kısacası her şeyini feda etmeyi göze aldığını gerçeği değil miydi?
Bu varoluş gerçeği; Anadolu’da, atalarımızın kan çanağında doğmamış mıydı?
Tarih sayfaları bu mucizevî bağımsızlık öyküsünü böyle yazmamış mıydı?
Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu özelliği ile tüm mazlum devletlere örnek olmamış mıydı?
Bu yürek ve güç birlikteliği ile kazanılmamış mıydı bu vatan? Bu hürriyet, bu istiklal, bu mucizevî başarı öyküsü böyle yazılmamış mıydı?
Atamızın liderliği ile ilk on yılda, on beş yılda gerçekleşen bu mucizevî kuruluş ve gelişim süreci; günümüzün Türkiye’sinin temelini oluşturmamış mıydı?
Bu başarı öyküsünü milletçe yürek yüreğe, bilek bileğe, kanımıza, kanlarımızı katarak kazanmıştık. Bu vatan topraklarında hiçbir kimlik ayrıcalığı yoktu.
Çünkü bu vatanın kuruluşunda;
Mehmet’iyle, Ahmet’iyle, Behram’ıyla, Ferman’ıyla, Ayşe Bacısı, Berfe’siyle, Artin’iyle, Anait’iyle omuz, omuzaydık, hep birlikteydik. Gerektiğinde cana can, kana kan verdik. Ama vatan topraklarını düşmana terk etmedik, bir karışını dahi vermedik.