NATO VE TÜRKİYE
Giriş
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan NATO, Batılı ülkeler arasında ortaya çıkan iç çatışmaları engelleyerek ve Sovyet komünizminin Avrupa içlerine girmesine set çekerek, Avrupa ülkeleri adeta bir demir perde görevi görmüştür. Ankara’nın NATO ve Bağdat Paktı içerisinde yer alması, 1950 yılında Kore Savaşı’nda Kore’ye asker göndermesi ve Amerikan askeri üslerinin Türkiye’de kurulmasına izin vermesi, bu dönemde ABD ile Türkiye arasındaki yakın iş birliğini göstermektedir. Güvenlik alanında karşılıklı ağların inşa edildiği bu dönemde, Türkiye de komünizme karşı mücadele sürecine dahil olan ülkeler arasında yerini almıştır.
Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya üye olmasıyla da bu süreç taçlandırılmıştır. O günden bu yana, NATO, Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikasının mihenk taşını oluşturmuştur. Kollektif güvenlik şemsiyesi görevi gören NATO, tarihin en başarılı savunma ittifakıdır. NATO’nun kurulması, Türk dış politikası için oldukça önemli bir gelişme olmuştur. Türkiye NATO üyesi olduktan sonra, İttifak’ın etkin ve sadık bir müttefiki olarak 1964 yılına kadar sorunsuz bir biçimde yükümlülüklerini yerine getirmiştir. Hatta bu durum, Küba Füze Krizi sırasında Türkiye’nin pazarlık unsuru haline getirilmesinden sonra bile sorunsuz ilerlemiştir. Tüm bunlara karşın, Türkiye’nin NATO İttifakı ile özellikle de ABD ile yaşadığı en büyük sorun Türkiye’nin milli dava olarak gördüğü Kıbrıs Sorunu konusunda yaşanmıştır. Türkiye’nin Kıbrıs’a hukuki hak ve ayrıcalıklarından doğan müdahale hakkını engelleyen ABD’nin tutumu ilk kez Türkiye’nin NATO/ABD ittifakını sorgulamasına yol açmıştır. 12 Eylül 1980 tarihiyle birlikte ABD’den kaynaklanan bazı sorunlar dışında, Türkiye, yeniden NATO’nun sadık bir müttefiki haline gelmiştir.
NATO, Amerika’nın Avrupa ülkeleri ile barış döneminde yaptığı ilk askeri iş birliği örgütüdür. 1949 yılında kurulan NATO, yaklaşık 45 yıl boyunca Doğu ve Batı blokları arasında kilit bir rol oynamıştır. NATO, Doğu Blokuna karşı dengeleyici rol oynayan askeri bir örgüttür. Sovyetler Birliği’nin önderliğinde kurulan Varşova Paktı’nın feshedilmesi sonucunda üye devletler askeri güçlerini geri çekmiş ve Batı savunma ittifakı olan NATO sistem içerisindeki zaferini ilan etmiştir. NATO’nun kuruluşundan itibaren yürüttüğü ortak savunma prensibi ise “ortak güvenlik” ilkesi çerçevesinde yeniden tanımlanmıştır. Türkiye, NATO bütçesine en çok katkı sağlayan ülkeler arasında da yer almaktadır.
Mark Rutte’nin Türkiye Ziyareti
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) Genel Sekreteri olan eski Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Rutte, Haziran ayı sonunda selefi Jens Stoltenberg’in ardından NATO’nun yeni Genel Sekreteri olarak göreve başlamış ve bu sıfatıyla geçtiğimiz gün ilk resmi Ankara ziyaretini gerçekleştirmiştir. Rutte, Türkiye’yi ziyaret ederek ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya gelerek önemli konu başlıklarını ele almıştır. İkili görüşmede en çok ele alınan konular arasında Ukrayna-Rusya Savaşı ve Filistin Sorunu yer almıştır. Türkiye, 2026 yılında NATO Zirvesi’ne ev sahipliği yapacaktır. Bu konudaki çalışmalar da ziyarette karşılıklı olarak ele alınmıştır. Rutte’nin Ankara ziyareti, aslında ikili ilişkilerin geleceğine yönelik de önemli bir ışık oluşturmaktadır. Türkiye, özellikle son zamanlarda Doğu ile Batı arasında izlediği denge ziyareti sonucunda Doğu’nun yükselen güçlerinin hâkimiyetinde inşa edilen BRICS+ platformu içerisinde varlığını daha yoğun şekilde göstermeye başlamıştır. NATO’nun en önemli üyesi olan Türkiye’nin bu ve benzeri oluşumlar içerisinde yer alması, Batı ile olan ilişkilerin seyrini değiştirme potansiyeline sahiptir. Aslında ikili ilişkilerde yaşanabilecek olan değişimin en kırılgan olduğu bu dönemde Rutte’nin Türkiye ziyareti de işte bu kapsamda çok önemlidir. NATO ve Türkiye arasındaki ilişkilerde yeniden bir kıvılcım etkisi yaratan dostane ziyaret, hem Türkiye’ye, hem de NATO üyelerine müttefik olduklarını hatırlatacaktır.
Mark Rutte ve Recep Tayyip Erdoğan
Mark Rutte, ziyaret kapsamında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile de bir araya geldi. Anıtkabir’i ziyaret eden Rutte, terör saldırısı düzenlenen Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ’yi (TUSAŞ) de ziyaret etmiştir. Terör saldırısının ardından Türkiye’ye resmi taziyesini sunan Rutte, artan terör faaliyetleri, asimetrik savaşlar ve değişen güvenlik tehditleri karşısında kollektif güvenliği sağlamak adına NATO içerisinde yekpare duruşun gerekliliğinin altını çizmiştir. Değişen uluslararası konjoktör karşısında tehditlerin kaynağının belirsiz olması öngörülemez geleceğin yansımasıdır. Adeta bir güvenlik şemsiyesi görevi gören NATO, savunma alanında ülkeleri ortak bir platformda buluştururken, ortak tehditler karşısında üye devletlerin kollektif şekilde hareket edebilmesini ve tam dayanışma örneği sergileyebilmesini sağlamaktadır. İttifakın güvenliğinin ittifaka komşu bölgelerin istikrarına bağlı olduğu anlayışı ile hareket eden Türkiye, özellikle sınır komşularında devam eden iki bölgesel savaşın son bulmasına yönelik önemli adımlar atılması gerektiğinin altını çizmiştir. Bu kapsamda, Ukrayna’daki savaşın bitmesi gerektiğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile 24 Kasım’da bir telefon görüşmesi yaptığını ve görüşmede ikili ilişkilerin yanı sıra bölgesel ve küresel konuların da ele alındığını kaydetmiştir. Benzer şekilde, arabuluculuk faaliyetlerine İsrail- Filistin Savaşı konusunda da devam ettiğini dile getiren Erdoğan, bölgesel konularda öncü bir rrol oynadıklarını ifade etmiştir.
NATO’nun geleceğinin veya ittifak içerisinde neler olacağına yönelik yaşanacak olan değişimler Donald Trump’ın ikinci dönemde göreve başlamasıyla şekillenecektir. Trump’ın birinci dönemde NATO’ya yönelik tutumu, diğer devletler tarafından sıklıkla eleştiri konusu olmuştur. Trump’ın “Önce Amerika” sloganı kapsamında ele aldığı NATO bütçesine yönelik getirdiği kısıtlamalar büyük ses getirmiştir. Trump yönetimi, ortak güvenlik çatısı altında ekonomik katkı payının adil dağıtılmadığını ve bu durumun adil olmadığını açıkça ifade etmiştir. 2017 yılında Brüksel’de gerçekleşen zirve sırasında, Donald Trump’ın “Avrupa’ya güvenliği NATO sağlayacaksa maliyetleri sadece ABD’ye yüklemeyin” mesajını vermesi, Transatlantik ilişkilerde yaşanan büyük kırılmanın somut bir örneğidir. NATO’nun geleceği için örgüte en çok bütçe katkısı sağlayan ABD’nin izleyeceği dış politika çok kritiktir.
Türkiye Cumhurbaşkanı ise, bu ziyaret bağlamında kanayan yarası olarak tanımlanan terörle mücadele konusunda Batılı müttefiklerinden gerekli desteği beklediğini ifade ederken, diğer önemli konu olan savunma sanayisinin de önemine değinmiştir. Ankara, NATO içinde savunma sanayi konusunda iş birliğinin desteklenmesi ve müttefiklerin birbirlerine silah satışı konusunda uyguladığı yaptırım ve kısıtlamaların tamamen kaldırılması yöndeki talebini açıkça ifade etmiştir. ABD ve Almanya olmak üzere birçok NATO üyesinin farklı nedenlerle Türkiye’ye silah satışı konusunda yaptırım uygulamasının ittifak ruhuna uygun olmadığı aşikârdır. Buna karşın, Türkiye’nin Rus yapımı S-400 hava savunma sistemlerini satın alması da birlik ruhu bağlamında eleştiri konusu yapılabilecek bir husustur. Almanya gibi bazı Avrupalı ülkeler, Türkiye’nin 2019’da Kuzey Suriye’de gerçekleştirdiği Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Ankara’ya yaptırım uygulamayı uygun görmektedir. Türkiye de bu konudaki rahatsızlığını açıkça ifade etmektedir. Ortak hareket etmenin önemine değinen Türkiye, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması gibi önemli gelişmelerin özellikle silah satışındaki kısıtlamaların kaldırılmasına yönelik tavizlerle sonuçlanması gerektiğini defalarca ifade etmiştir.
Sonuç
Sonuç olarak, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, resmi açıklamalarında “Türkiye ittifakımıza paha biçilmez katkılarda bulunuyor” ifadesine yer verirken, NATO Genel Sekreteri seçim döneminde kendisine desteğini gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da ayrıca teşekkür etmiştir. Ayrıca, 1952 yılından bu yana devam eden müttefiklik ilişkisi kapsamında her iki lider de memnuniyetlerini dile getirmişlerdir. Ancak gerçekçi bir bakış açısıyla, ABD ve Batılı ülkelerin Türkiye’nin terör örgütü saydığı gruplara yönelik açık ve fiili desteği ve Türkiye’nin de Rusya, Çin gibi ülkeler ve ŞİÖ ve BRICS+ gibi örgütlerle yakın iş birliği, ittifak içerisindeki derin çatlağa işaret etmektedir.
Dr. Seda Gözde TOKATLI