Nurullah Öztürk - Paralel paranoyaya teslim olmak
Normal şartlar altında iktisattan, refah, verimlilik, kârlılık, gelişim üretim bölüşümden bahsetmek isterdim.
Fırsat buldukça bahsetmeye çalıştım da.
En çok emek verdiğim makalelerden biri olan Türkiye'nin 2023 hedeflerini analiz ettiğim yazı pek fazla rağbet görmedi…
‘Bu ülke, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanı vermiyor' diyen Tanpınar'ın bu tespiti, korkarım ki kıyamete kadar geçerli bir Türkiye gerçeği olacaktır.
Türkiye'nin iki binli yılları sosyoloji, psikoloji ve ekonomi bilimi ışığında özel olarak incelenmelidir.
Ne yazık ki objektif bilimsel yöntemlerle bunu yapacak ne akademi ne akademisyen var ortada.
Türkiye sorunların çözümünü halka bıraktı, bu ancak normal koşullar altında geçerli bir yöntemdir.
Bir toplumda işler sarpa sarıp, içinden çıkılmaz hale gelince ‘Gordion düğümü'nü çözenler lider ve münevverlerdir.
İşte bu nedenledir ki;
M.Emin Yurdakul; ‘Bırak beni haykırayım. Susarsam sen matem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş
Öksüz çocuk gibidir' der.
Gazze'deki tünelleri andıran bu geçiş döneminde, kuyruğuna basıldığında can havliyle feveran eden kişilerin sesini ne aynı acıyı çekenler, ne de vicdanlar duyuyor, daha da kötüsü, toplum aynı akıbete düçar kalacağından bile habersiz.
Vicdan, akıl, fikir sahibi, toplumun kendisine verdiği her lokmanın hakkını topluma geri iade etme sorumluluğu ve bilinci içindeki herkesin, içine düştüğümüz ve sürekli debelendiğimiz bu İrlanda çukurundan nasıl çıkabileceğimize dair düşünce üretmesi ve eyleme geçmesi gerekir.
Bir çıkış yolu bulmak, gerilemeyi durdurmak ve tekrar yola koyulmak için ‘kafa kemiklerimizi eritinceye kadar' düşünmek vaktidir.
İnsanların öldürülmesi, kişi ve kurumların yağmalanması, mülkiyet hakkının iptali, haksız kazanç, dinin diyanetin süfli arzu ve emellere alet edilmesi, suç uydurularak özgürlüklere pranga vurulması, hedef gösterme, küfür timleri oluşturarak küfür ve tehdit edilmesi, refahın belli ellerde toplanması, ehliyetsiz ve emniyetsiz kişilerin baş tacı olması, devlet, derin devlet ve devlet içinde bir ‘paralel devlet!' inşası…
Bu olaylar toplumun belli bir kesimi tarafından normal kabul ediliyor, hatta zevkle; ‘yetmez ama evet' diye tempo tutuluyorsa, o toplumda anormal bir durum var demektir. Toplumun bir kısmının taraftar, bazısının seyirci, bazısının oyuncu ve önemli bir kısmının da oyunun mağduru olduğu bu döneme karşılık gelecek en uygun kavram; ‘PARA'LEL PARANOYA'dır.
Paranoya belirtileri
Toplum psikolojisi, kişilik vb. hakkında yayınlanmış birçok bilimsel yayını tarayarak bu durumla ilgili elde ettiğim temel tespitleri sizlerle paylaşmak istedim: Paranoya hezeyanla başlar, kişinin kendine yönelik (benmerkezci) herhangi bir kuruntuyu işaret etmek için kullanılır.
-Bu semptomu yaşayan kişi ve toplumlar korku, sevinç, öfke, gurur ve kin gibi duyguları yoğun yaşar.
-Çoğunlukla suikast hazırlığı, komplo kurulduğu düşüncesi içlerine yer etmiştir.
-Bazen bir kulağından hakaret ve düşmanca sözler işitirken öbüründen umut veren sözler duyulur.
-Devamlı kin tutar, sürekli gergindir, huzursuzluk yaratır ve bundan fayda sağladığını düşünür.
-Kendi yaptığı yanlışlarda bile kendisini suçsuz görüp başkalarını suçlarlar.
-Dost ve arkadaşlarının kendisine bağlılığı ve güvenilirliği konusunda yersiz kuşkulara sahiptir.
-İlk başta az çok mantıklı sözler duyulsa da, daha sonra zekâ da sarsıntıya uğrar.
Paranoyanın birçok türü olsa da ilerlemiş safhalarında, liderini ve liderin de kendisini; mehdi, halife, peygamber ve imparator görmesi vakalarına da rastlanır.
Mevzu uzun ve derin yerimiz sınırlı olsa da genel hatlarıyla bir durum özeti vermeye çalıştım.
Bu sorunu çözmenin bir yolu ;'ama'sız, ‘keşke'siz bir şekilde, geçmişte olan biten arşivini çöpe atarak, toplumun normalleşmesi adına, iyi insanların bir araya gelmesi, çözüm ve strateji üretmesidir.
Biliyorum bu kolay olmayacak;
“İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
O ferah ve delişmen birçok alınlarda betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır.”
Bugün duvarları ve putları kırmanın, zırhı atmanın zamanıdır.
İlk ve son cevap
Gıyaben ve şahsen ‘Şucu, bucu mu oldun?' eleştirilerine muhatap olmaktayım. Sinop İşadamları Derneği ve gönülden bağlı olduğum, tarafsız ve tarifsiz Beşiktaşlılığım dışında hiçbir yere üye değilim. Bu tür sorular soranlara ‘Waldo sen neden burada değilsin?' diyerek cevabımı vermiştim. Yerim ve yurdum; dün olduğu gibi, bugün ve yarın da; zulme uğrayanların, hakları gasp edilenlerin, ezilen ve yalana teslim olmayanların yanı olacaktır.
Anlamayanlara anlayacağı dilden bir kez daha tekrar etmek isterim ki;
Güçlünün uzattığı kemiği yalayarak gücün şehvetinin Nirvana'sına ulaşanlar, mazlumun ahını, yok yere öldürülen insanların yakınlarını, suçsuzca özgürlüğünden alıkonulan insanların ahını, feryat ve figanlarını duyamazlar.
Ben de onlara, güçlünün yanında safa durmak kolay; vicdanın cesaretin ve yüreğin yetiyorsa sen de gel diyorum.
Vicdan, akıl ve inancımın rehberliğinde; özgür, bağımsız, milliyetçi, liberal, sosyal ve demokrat bir serüvendir yaşadığım.
Paranoya atmosferinde aile içerisine bile duvarlar örüldü.. Korkudan kimse arkadaşına selam veremez fişlenirim diye oturup çay bile içemez oldu.
Toplumun yarısı diğer yarısını düşmanı olarak görüyor.
Bu toplum tekrar birbiriyle kucaklaşamazsa, mezar taşımıza ‘yalnız yaşadı yalnız öldü' yazarlar artık.
Biliyorum
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
Böylesine hazırlıklı değilim daha
Bilmek
Bu da ürkütüyor, gene de biliyorum
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda…
İ.Özel