Hoşnut ol bizden Ya Rab!
Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanmak, dünyada sahip olabileceğimiz en büyük nimet. Bu bilinci hayatımıza yaymak ise vesileleri kollamaktan geçiyor.
Dünya işleri, farkına varmadan uzaklaştırıyor bizi yaratılış gayemizden. Bir bakıyoruz ukba hâyâl olmuş, dünya için çalışan robotlara dönüşüvermişiz. Halbuki yaratılışın özü, bizi en şerefli varlık kılan Allah Teâlâ'ya (celle celâluhu) iman etmek ve O'nu tanımak. Nasıl ki sevdiklerimizi mutlu etmek hayatımızda önemsediğimiz şeylerin en başında geliyor, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak da kulluğun birincil vazifelerinden. Bunun için vesile fırsatlarını kollamak ve onları iyi değerlendirmek gerekiyor. Dilerseniz, Allah'ı hoşnut etme bilinci ile nasıl yaşanır ve O'nu hoşnut etme yolları neler birlikte bulmaya çalışalım.
Farzlara harfiyyen uymak ilk basamak...
Cenâb-ı Hakk'ı hoşnut etmekten maksadımız, O'nun sevgisine ve değerine mazhar olmak. Tabii hoşnut etme bilincini, Efendimiz Hazreti Muhammed'in (sallallâhu aleyhi vesselem) “Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devam üzere yapılanıdır.” hadis-i şerifinde de buyurduğu gibi hayatımızın her anına yaymamız gerekiyor. Bunu yaparken bize yardımcı olacak anahtarlardan biri de ‘ihsan' aslında. Çünkü ihsan şuuru ile yaşayan yani Rabbini görüyormuşçasına kulluk eden bir kimse, zaten hâl ve davranışlarına dikkat ediyor demektir. Bu şuur ile yaşamak da bizi O'nu hoşnut edecek amellerle hemhâl olmaya sevk eder. Rabb'imizin rızasını kazanmak öncelikle O'nun emirleri doğrultusunda yaşamak ve haram kıldığı şeylere uzak durmaktan geçiyor. Ne var ki namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadetlerimizi yerine getirmekle kulluğu tam olarak eda etmiş sayılmıyoruz. Nasıl ki bir ömür aralıksız ibadet etsek tek bir gözümüzün hakkını ödeyemeyiz, aynı şekilde Allah'ın merhametine sığınmaz ve dua etmezsek yaptıklarımız temeli sağlam olmayan bir binanın yıkılışı gibi çöker gider. Bu nedenle daima aciz olduğumuzu bilmeli, dua dua yalvararak O'nun rızasını dilenmeliyiz.
O'nun hoşnut olacağı işlerle meşgul olmalı
Öyle kaygan bir zeminde yürümeye çalışıyoruz ki... Takılıp düşmemek elde değil. Bu düşmelerin açtığı yaraları fark ediyoruz ve yine Rabb-i Rahim'e iltica edip derman olması için niyazda bulunuyoruz. İnsî; ve cinnî; şeytanlar aralıksız aleyhimize çalışırken bizim de sürekli tetikte olup asıl gayemizden şaşmamamız gerekiyor. Bu konuda Peygamber Efendimiz'in de sıkça okuduğu, “Allahümme veffiknâ ilâ mâ tühibbu ve terdâ – Allah'ım bizi nefsin hoşuna giden değil, Senin razı olacağın, rıza ve hoşnutluğunu kazandıracak işlere muvaffak eyle.” duası dilimizden eksik olmamalı. Fatih Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Yard. Doç. Dr. Ali Said Karamanlı, Allah'ın (celle celâluhu) rızasını kazandıran amellerin, kişinin içinde bulunduğu konuma, yaşadığı çağ ve coğrafyaya göre değişiklik göstereceğini söylüyor. Mesela ilim sahibi bir insan için bu bilgisini Hakk'ı tanımak ve tanıtmak için kullanması O'nun rızasını kazanmak için bir vesile. Yine bir ihtiyaç sahibinin elinden tutup sıkıntısını giderme, arayış içindeki insanlara Hakk'ı gösterme O'nun rızasını kazanmaya köprü olabilir. Bazen çok büyük zannettiğimiz hizmetlerimizle değil de hiç farkına varmadığımız, nefsimize rağmen zorlanarak yaptığımız iyiliklerimizle Rabb'imizin hoşnutluğuna ulaşırız. Bu sebeple kişi hiçbir iyiliği küçük görmemeli. İlahiyatçı Karamanlı, bu konuda Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi vesellem) şu sözünü hatırlatıyor: “Hiçbir iyiliği küçük görme! Arkadaşına karşı gösterdiğin bir tebessüm bile olsa.” Bu söz ile aslında ferdi ibadetlerimizin yanında yaptığımız iyiliklerle de O'nun hoşnutluğunu kazanabileceğimize işaret ediliyor.
Yine Maide Sûresi 35. ayetinde Cenab-ı Hak, “Ey iman edenler, Allah'ın emirlerine saygılı olun ve O'nun yolunda mücahede ve gayret göstererek O'na ulaşmak için vesile ve fırsatlar araştırın ki toplum olarak kurtuluşa ulaşabilesiniz.” buyuruyor. Bu ayette Rabb'imizin sevgisine ulaşabilmek için vesilelerin araştırılması emrediliyor. Demek ki bu konuda gayret ettiğimiz kadar O'na yaklaşabilir ve bunu hayatımıza yayabiliriz. Bu nedenle düşman karşısındaki asker gibi, sürekli teyakkuz halinde olmalıyız. Zira Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin de dediği gibi “Allah'ı bulan neyi kaybeder, Allah'ı kaybeden neyi bulur.”
Burcu Öztürk'ün Yeni Bahar Dergisi'ndeki haberi için tıklayınız..