Bir fasık size haber getirdiğinde...
Bir Müslüman, herhangi konuda kesin bilgiye dayanmadan hüküm veremez. Kur'an-ı Kerim'de bu açıkça yasaklanmıştır.
İnsanların birbirleri hakkında kesin bilgiye ulaşmadan zanna dayanarak fikir beyan etmeleri toplum içinde ayrılıklara, düşmanlaşmaya hatta nefrete sebebiyet veriyor. Yanlış bir bilginin toplum içinde hızla yayılmasının neticesi, son zamanlarda ülkemizde de oluşan gergin hava ve ayrıştırıcı üslupta da kendini gösteriyor. Muhakkak ki kar topu gibi büyüyen bu zanna dayalı bilgi aktarımı kişilerin mutluluğunu ve güven duygusunu da etkiliyor. Oysa Kur'an-ı Kerim'de Allah, kullarına bu konuda birçok kez uyarıda bulunuyor. Hucûrat Sûresi bu uyarıları barındıran sûrelerden bir tanesi.
Sûrenin altıncı ayetinde şöyle buyruluyor: “Ey iman edenler! Bir fasık size bir haber getirdiğinde, doğru olup olmadığını tespit etmek için onu iyice araştırın. Aksi halde, hiçbir gerçeğe dayanmadan bir topluluğa zararınız dokunur da, sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Bu ayetin sebeb-i nüzulü (iniş sebebi) şöyle rivayet ediliyor: “Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Velid bin Ukbe'yi Beni Mustalik kabilesine zekât memuru olarak gönderir. Kabilenin ileri gelenleri Resulullah'ın elçisine hürmet ve tazimde bulunmak için topluca karşılamak isterler. Velid, onların toplu halde kendisine doğru geldiğini görünce ‘Bunlar beni öldürmeye geliyorlar' diyerek kaçar. Çünkü Velid'le onlar arasında cahiliye döneminde bir düşmanlık vardır. Velid, Beni Mustalik kabilesinin niyetini anlamadan o düşmanlığı bahane ederek kaçmıştır. Dönünce Allah Resûlü, durumu sorar. O da ‘Ey Allah'ın Resûlü, onlar beni zekâttan men etti ve hepsi silahlanıp beni öldürmek istedi, ben de aralarından kaçtım.' der. Bu acı haberi duyan Peygamberimiz, bu kabilenin üzerine bir ordu göndermeyi düşünür. Onlar bu haberi alınca kabilenin ileri gelenlerinden bir heyet derhal durumu bildirmek için Efendimiz'e gelir ve ‘Ey Allah'ın Resulü, biz senin memurunu zekâttan men etmedik. Onun geldiğini öğrenince hürmet ve tazim etmek için toplanıp yanına gidiyorduk, bizi görünce hemen kaçtı, biz niçin kaçtığını anlamadık.' derler ve gerçeği ortaya koyarlar.”
Ayete göre bir Müslüman herhangi konuda kesin bir bilgiye dayanmadan hüküm veremez, harekete geçemez. Özellikle sorumluluk gerektiren ve başkalarıyla, toplumla alakalı meselelerde çok dikkatli olunmalı ve duyumlara, zanna dayalı hüküm ve davranışlardan mutlaka kaçınılmalıdır. Ayrıca 12. ayette “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?” ifade edileceği üzere bir Müslüman diğer Müslümanlar hakkında suizanda bulunamaz.
Nitekim Velid bin Ukbe, zekât toplamak için gönderildiği beldede gördüğü kalabalıktan korktuğu için eli boş dönmüş ve Peygamber'imize olayı kendi kafasında kurguladığı şekliyle anlatmıştır. Onun bu korkusu ve korkunun neticesi ise bir ayetin inmesine sebep olmuştur. Ayette ise sert bir üslupla “fasık” sıfatı kullanılmıştır.
Fasık kelimesini Ali Ünal, Hucûrat Sûresi'nin tefsirinde şöyle açıklıyor: “Mümin de olsa bir insan yalan söylüyorsa iftira attığı tespit edilmişse ve İslam'ın kesin olarak yasakladığı herhangi bir fiili açıktan işlemekten çekinmeyebiliyor veya farz-vacip bir emri yerine getirmiyorsa, böyle biri fasıktır ve ne mahkemede şahit olarak dinlenir ne de söylediği söze verdiği habere güvenilip o söz veya haber üzerine hüküm bina edebilir.”
İSLAM AHLAKI NEYİ GEREKTİRİR?
İsra Sûresi 36'ncı ayette şöyle buyrulur: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeye dayanıp karar verme çünkü kulak, göz ve kalp bundan sorumludur ve sorguya çekilecektir.”
İmam Mevdûdi Hazretleri, bu ayeti tefsir ederken ayetin anlamının çok geniş olduğunu ifade ederek başlıyor. Hem bireysel hem de toplumsal hayatta kişinin ‘bilgi' yerine tahmin ve zanna uymamasını gerektiren bu emir; İslâm hayatının ahlâkî;, hukukî;, siyasî; ve idarî; tüm yönlerini kapsıyor ve bilim, sanat ve eğitim için de geçerlidir.
Hz. Mevdûdi, İslam ahlakının şüpheden kaçınmayı ve araştırmaksızın hiçbir birey veya grubu suçlamamak gerektiğini vurguluyor: Kanunda, hiç kimsenin aleyhinde yeterli araştırma yapılmaksızın işlem yürütülemeyeceği şeklinde sürekli bir ilke vardır. Soruşturma sırasında sadece şüphe nedeniyle bir kimseyi tutuklamak, dövmek veya hapsetmek yasaktır.
Görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim'de çeşitli ayetlerde geçen zanna dayalı olarak kesin delil sahibi olmaksızın bir kişi veya grubu suçlamak, lafına güvenilmeyen bilgi vermeyen safsata ile uğraşan kişilerin fikirlerine inanmak İslam ahlakına uymuyor. Bir kişi veya topluluk hakkında ileri geri konuşarak başka insanları da zan altında bırakıp, şüphe uyandıracak şekilde ifadeler kullanmak Kur'an-ı Kerim'de katiyetle yasaklanıyor.
Zira şu da unutulmamalıdır ki, bir kişi veya topluluk hakkında sarf edilen ifadeler doğru değilse iftiraya giren bu durum doğru olsa bile gıybete giriyor. Bu da Kur'an-ı Kerim'de en hafif ifade ile “ölü kardeşinin etini yemeye” benzetiliyor.
Nihal Polat'ın Yeni Bahar Dergisi'ndeki haberi için tıklayınız.