Fikir de hürriyet ister
‘Nereden', ‘nereye' ve ‘niçin' sorularının getirdiği azim bir yükümlülük. Ve beşerin, hususan her Müslüman'ın muhatap kılındığı ‘oku', ‘düşün', ‘araştır' emri. İşte, fikir hürriyetinin doğduğu yer...
Müsamaha sınırının tefrit mertebesine indiği günümüzde, kendi gibi olmayan fikirleri, birer ‘öteki' görüp, linç edenler var. Üstelik bunu din namına yapıyorlar. Halbuki dinimiz, bu reaksiyoner akılların idrak edemeyeceği kadar geniş bir özgürlük alanı tanımış. Bu yüzden iradenin münteha seviyesi olan inançta dahi, “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf Sûresi, 29) diye buyuruyor Allah.
Fikir hürriyeti; hazır medeniyetin dilinde pelesenk olan; ancak kimi zaman dudağa çalınan bir kaşık bal hükmü gören; binlerce manayı ihtiva eden tılsımlı iki kelime… Kur'an-ı Kerim'de Türkçede ‘düşünme' kelimesi ile karşılığını bulan fikir, nazar, tezekkür, akl, makul, teemmül, re'y, zikr vb. zihne ait çaba ve gayreti ifade eden bu kelimelerin geçtiği ayet sayısı, 707. Bu ayetlerin 300'ünde Allah insanları düşünmeye çağırıyor.
Fikir ve düşünce hürriyeti, İslam'ın gerçekleştirdiği ve her devirde desteklediği temel ilkelerden sayılıyor. İslam'ın akıl ve ilme verdiği değer, bu hususta en büyük delil olarak kabul ediliyor. Kur'an-ı Kerim'de ‘Düşünmüyor musunuz?', ‘Bilmiyor musunuz?', ‘İdrak etmiyor musunuz?', ‘Akıl erdiremiyor musunuz?' şeklinde biten ayetler fikir ve düşüncenin ehemmiyetini bizlere tanıtıyor. Ayrıca düşünmeye, görmeye, bilmeye, teşvik eden müstakil pek çok ayeti aktaran Şam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülkerim Osman'a göre; İslam'ın ahkâmını kavramak, kaynağını araştırmak ancak böyle bir fikir hürriyetinin gölgesi altında gerçekleşebilir. Zira insan, fıtratı gereği hür doğar. Ve imtihanı gereği, bu hürriyet, yalnızca cesedini değil fikrini de özgür bırakır. Çünkü fikir; okumadır, düşüncedir, araştırmadır…
İslam'ın, insana düşüncesini tam ve kâmil bir şekilde açıklama hürriyeti getirdiğini belirten ilahiyatçı-yazar Hüdaverdi Adam, “İslam'ın düşünceye verdiği ehemmiyet o kadar büyüktür ki; baba ve ataları taklide dayanan bir imanı benimsememiştir. Çünkü böyle bir iman, zorlukların önünde duramaz.” diyor. Orta çağda, insanlar fikirlerinden dolayı cezalandırılırken, İslam devletlerinde, devlet başkanlarının icraatlarına bile itirazlar görülmekte ve bunlar, fikir hürriyetinin sınırları içinde kabul edilmekteydi. Bu sebeple fikir hürriyeti, İslam hukukunun en önemli müesseselerinden biri olarak kabul edildi.
Allah Resulü, fikrinden dolayı kimseyi yadırgamadı, yargılamadı...
Öte yandan İslam, fikir hürriyetini tanıdığı gibi, bu fikri kalem ve lisanla ifade etme hürriyeti de tanımış. Resûlullah, sahabilerine her yerde hakkı söylemeyi ve hiçbir kimsenin yadırgamasından dolayı hakkı söylemekten çekinmemesini emrediyor. Bu yolda ölen kimseler için büyük mükâfatlara işaret eden Kutlu Nebi, bir hadisinde, “Şehitlerin efendileri iki tanedir. Birincisi, Abdulmuttalib oğlu Hamza (ra). İkincisi, zalim bir hâkimin karşısında hakkı söylemekten dolayı ölüme mahkûm edilen kimsedir.” diye buyuruyor.
İslam'ın fikir hürriyetine verdiği önem, Peygamber Efendimiz'in hayatına birçok örnekle aksetmişti. Örneğin; Hazreti Peygamber'in, Medine'de münafıkların yaptığı menfi propagandaları görüp işittikleri halde, yine de onlara ses çıkarmaması, baskı altında bulundurmaması tarihçe sabittir. Habib-i Kibriya, yanlış dahi olsa fikrini beyan edenlere karşı sert bir tutum dahi sergilemedi. İbn-i Mes'ud (ra) bununla ilgili şöyle bir rivayet nekleder:
“Huneyn muharebesinde Resulullah (sas) ganimetleri taksim ederken bazı sahabilere daha fazla pay ayırmıştı. Biri, Resulullah'ı kastederek, “Vallahi bu taksimde adalet yapılmadı, Allah'ın rızası ve hükmü gözetilmedi.” diye itirazda bulundu. Bu çirkin sözden çok üzülen Allah'ın Resulü, “Eğer Allah ve O'nun Resulü adalet yapmazsa başka kim yapar.” buyurdular. Mübarek yüzünün rengi bu sözden dolayı değişmişti. Bana dönerek, “Ya İbn-i Mes'ud, Allah Hazreti Musa'ya rahmet kılsın. Bunun daha büyüğüyle karşılaştı da yine de sabretti.” dedi.
‘Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin'
Tepkici bir yaklaşımla bazı kişi ve topluluklar, kendisiyle aynı çizgi ve görüşten olmayanları merdûd, kâfir, fâsık ilan edebiliyor. Hâlbuki bırakın Müslümanları, dinimiz en batıl inançtaki kimselere, “Onların Allah'tan başka yalvardıkları tanrılarına hakaret etmeyin...” (En'am Sûresi, 108) ayetiyle hakaret edilmesini dahi yasaklıyor.
Kimin neye nasıl inandığı, düşünce ve idrakini hangi uğurda sarf ettiği hususunu imtihanın bir gereği sayılıyor. Bu nedenle Allah, Kur'an-ı Kerim'de birçok yerde Peygamber'e hitaben “Senin vazifen ancak tebliğ etmektir” diye buyuruyor.
İslam dini, fikir hürriyetinin yanında inanç hürriyetine de önem vermiş. Bu hususta, “Dinde zorlama yoktur. Hak batıldan apaçık olarak ayrılmıştır…” (Bakara Sûresi, 256) ayetinin gösterdiği hüküm altında diğer inanç grupları özgür bırakılmış.
Dini inancın serbestliğini ve her yönde müsamaha görmesini Kur'an-ı Kerim'de Müslamanlara emredildiğini belirten Abdülkerim Osman, şu ayete dikkat çekiyor:
“Onlar, başka değil, sırf (Rabb'imiz Allah'tır) dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile def edip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi... (Hac Sûresi, 40)
Ayet-i kerimeyi tefsir eden ilahiyatçı Osman, “Ayette, manastırla, kiliseler ve havralar camilerden önce zikredilmekte, İslam'da savaşın meşru kılınmasıyla yıkılma tehlikesi arz eden bu mabetlerin korunması gerektiğini kesinleştirmiştir. Bu, hürriyet ve müsamahanın en son sınırıdır.” diyor.
İslam dininin davasını silah zoruyla değil, fikir gücüyle yaydığını bize hatırlatan yazar Osman, “İslam, akla fikre hitap ederek davasını ispata çalışmıştır. Kılıç kullanmaya asla müsaade etmemiş, savaşa razı olmamış. Ancak müdafaa savaşına izin vermiştir.” diye konuşuyor.
Fikir hürriyeti sınırsız mıdır? Hangi durumlarda kısıtlanabilir?
Batı dünyasının bugün diline doladığı ‘cihad' kavramından yola çıkarak “İslam kılıç dinidir”. “Ya İslam ya ölüm” şeklindeki önyargılarını ele alan ilahiyatçı-yazar Ahmet Kurucan, eleştirileri şöyle cevaplıyor: “Kur'an-sünnet beraberliğinin gözden uzak tutulması, bir başka tabirle ayet ve hadislere bütüncül değil; parçacı yaklaşımın sergilenmesi söz konusu. İslam, gerek dini gerekse sair alanlarda mutlak denecek ölçüde düşünceye özgürlük tanımış, insanları özgür iradeleri ile baş başa bırakmıştır.”
Hürriyet, insanlara doğuştan bahşedilen bir hak. Ancak toplumun temelini yıkıcı, başkalarının hürriyetini ihlal edici bir nitelikte olmaması yönünde ise bir sınır konulmuş. Kişilerin kafalarındaki düşüncelerin ceza hukukunun alanına girmediğini ve tehlikeli olmadığını savunan Bediüzzaman Hazretleri, “Asayiş ve emniyete dokunmamak şartı ile hiç kimse vicdanıyla, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden dolayı mesul olamaz.” diyor. Yoksa ‘makul şüphe' ile hiçbir ferde zulüm edilip, hakkı gasp edilemez. Çünkü İslam, bütün bir memleket için dahi olsa bireyin hakkını feda etmeyen ‘adalet-i mahza' düsturuna sahip.
Düşünceyi ifade hürriyetine, başkasının hakkına tecavüz edilmediği sürece herhangi bir kısıtlama getirilmediğini aktaran ilahiyatçı-yazar Abdulbaki Güneş; “Kur'an, konuşma hürriyetine gereken önemi vermenin yanında, hürriyetin suistimaline giden bütün yolları da kapatmıştır.” diye konuşuyor. Bu bağlamda Kur'an-ı Kerim, düşünceyi ifade hürriyetini başta Fahr-i Kainat Efendimiz için sınırlandırılmış. Yüce Allah, Peygamber Efendimiz'e insanlara emirlerini tebliğ etmesini, insanları imana çağırmasını, putçuları, yalancıları; deliller göstererek, akıllarına ve kalplerine hitap ederek dâvet etmesini emrediyor. Ancak Allah, Resûl'üne bile sınırsız, mutlak manada bir konuşma hürriyeti vermediğini ifade eden ilahiyatçı Güneş, “O'na dâvet ve delil getirme yöntemini açıklamış, dâvetinde hikmete, güzel öğüde dayanmasını, en güzel şekilde mücadele etmesini, cahillerden yüz çevirmesini, onlarla münakaşaya girmemesini, Allah'tan başkasına tapanlara kırıcı söz söylememesini öğütlemiştir.” diyor. Böylece Allah, Resûl'üne söz hürriyetini sınırlandırmakla, bizim için de hürriyetin mutlak ve sınırsız olmadığını, hürriyetin, başkasına düşmanlık için kullanılmama ve suistimalde bulunmama gibi birtakım kayıtlarla sınırlı olduğunu açıklamıştır. e.cacan@zaman.com.tr
Her fikrin temsil edildiği ‘ilim meclisi'
İslam'da fikir hürriyetinin kapsadığı geniş sahaya örnek olacak çok sayıda hadise mevcut. Geçmişe doğru bir pencere açtığımızda Halef B. Musanna'nın şu rivayetine rast geliyoruz:
“Basra'da 10 kişilik bir ilim ehli vardı. Bu meclisin üyeleri: Nahiv ve lügatte mahir, ehlisünnet âlimi Halil b. Ahmed, Şia mezhebine mensup şair El-Hümeyri, zındıkadan Salih b. Abdulkudus, haricilerden Süfyan b. Necaşi, Şubiyeden Bişar b. Berdhem, ham şubiye hem zındıktan İbn. Nezir, El-Mütekellim, Mecusilerden İbni Uhtel Mugayyet, Yıldız perestlerden şair İbn-i Süfyan El Harrani idi. Bunlar, aralarındaki din ve mezhep ayrılığına rağmen bir arada bulunuyorlar ve ilmi münakaşa yapıyorlardı. Serbestçe görüş ve fikirlerini şiir ve rivayetlerle ortaya koyabiliyorlardı.”
Erhan Çaçan'ın Yeni Bahar Dergisi'ndeki haberi için tıklayınız..