Mustafa Edib Yılmaz - AB ile anlaşmanın artıları, eksileri
Kötü bir şaka gibi… Türkiye, Avrupa Birliği'yle tam üyelik müzakerelerine başlama kararının alındığı 2004'ten bu yana demokrasisinin en kötü olduğu bir dönemde Brüksel'de hiç görmediği alakayı gördü.
Pazar akşamı yapılan tarihin ilk AB-Türkiye Zirvesi'nden Ankara'ya kısaca para, fasıl, davet ve vize vaatleri çıktı. Karşılığında da kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı değil, güç bela Ege'yi geçerek Avrupa'ya ulaşmaya çalışan gariban mültecilerin önlerinin kesilmesi istendi. Dün bu tehlikeli seyahate çıkmalarına göz yumulan bu insanlara bugün “artık gidemezsiniz” deniyor. Anlaşmanın üzerinden daha 24 saat geçmeden Çanakkale/Ayvacık'ta yapılan ilk operasyonda 1500'e yakın ‘umut yolcusu' yakalanarak kamplara gönderildi bile. Devamı gelecektir.
Hiç şüphesiz Ankara'nın seçkinleri, AB'nin kendilerine tüm ilkelerini ayaklar altına alarak verdiği bu desteği, daha fazla otoriterleşmeye göz yumulacağı şeklinde yorumlayacak. Bundan sonra tutuklanacak her gazeteci-yazar, mallarına el konulacak her işadamı ve okulları basılacak her öğretmen-öğrencinin vebali biraz da AB'nin sırtındadır. Bu topraklarda temel hak ve özgürlükleri önemseyen herkes için çok üzüntü verici gerçekten.
Peki, AB neden böyle davrandı? Neden bir tekme de Brüksel'den yedi demokrasi çevreleri Türkiye'de?
Bu yıl birlik sınırlarını yasa dışı geçen insan sayısı 1,5 milyon. Aslan payı ise yaklaşık bir milyon kişiyle Türkiye'yle anlaşmanın mimarı Angela Merkel'in Almanya'sının. Merkel, yoğun eleştiri alıyordu göçmen politikası nedeniyle ülkesinde. Kendi iktidarı açısından sürdürülemez bu insan akını bir şekilde durdurulmalıydı. Etkin bir kapı bekçisi lazımdı Avrupa'ya. Bayan Merkel, 1 Kasım'dan 2 hafta önce gelip nabız yokladı Türkiye'de. AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu'nun açıklanması iki kez ertelendi bu süreçte. Seçim sonucunda siyasi güç denklemi netleşince de ‘sopa' indi, ‘havuç' uzatıldı. Ankara da hevesle atladı tabii. Türkiye için tam üyelik perspektifi zaten hemen hemen kaybolmuştu AB içerisinde. Öyle olunca artık “aman değerlerimiz, mühim ilkelerimiz” falan diye bastırmanın anlamı da kalmamıştı. Neticede ruhsuz bir pazarlığa indirgendi ilişkiler. Anlaşmanın arkasında Türkiye'nin üyeliğine başından beri karşı olan, ‘imtiyazlı ortaklığın' mucidi Merkel'in olması bunun delili.
Yahu, hiç mi iyi yanı yok bu anlaşmanın? Verilmesi vaat edilen 3 milyar Euro çok az bir kere. Sayıları daha da artacak 2,2 milyon Suriyeli için biz zaten yılda 2 milyar dolardan fazla harcama yapıyoruz. Madem bekçilik yapacağız, bari parasını adam gibi alsaydık! Müzakereler açısından da şu an sadece bir faslın açılması kesin görünüyor. Diğerleri Kıbrıs sorununun çözümüne bağlı. Büyük fotoğrafta ise artık Türkiye'yle üye adayı olarak ilgilenmeyen bir AB var. Müzakerelerde belirgin ilerleme ve müspet netice de zor yani. Gelelim vatandaşın en çok ilgilendiği Schengen vizesinin kaldırılmasına. Bunun olabilmesi için Ankara'nın sağlaması gereken tam 72 koşul var. Evet, yetmiş iki! Onlar yerine getirilirse olacağı vaat ediliyor. İnşallah olur, bakıp göreceğiz. Yalnız şunu da not edelim. AB'ye bizle birlikte dört aday ülke daha var şu an: Arnavutluk, Makedonya, Sırbistan ve Karadağ. Hepsinin vatandaşları için kaldırıldı vizeler çoktan. Biz illa bir nevi tampon bölge de olmak zorundayız şimdi bunun için. Kanınıza dokunmuyor mu bu? Sanırım tek kazanç yılda iki kez AB zirvelerine katılacak olmamız bundan sonra. O fotoğrafta sırıtacak olmamız ise kimsenin umurunda değil artık anlaşılan…