Paris'ten geçen yol nereye gidiyor?
90'dan fazla dünya ülkesinden bürokrat ve siyasetçiler, küresel iklim değişikliğinin etkilerine karşı harekete geçmek üzere bir anlaşma tasarlamak için Paris, Le Bourget konferans merkezinde bir araya geldi.
Geçtiğimiz pazartesi günü resmi olarak başlayan Birleşmiş Milletler 21. Taraflar Konferansı'nın (COP21) ilk günüydü ve Çarşamba gecesine kadar genel bir durgunluk hakimdi.
2009 yılındaki Kopenhag tecrübesiyle her türlü kötü sürprize hazırlıklı olan sivil toplum temsilcileri, müzakerelere büyük beklentilerle gitmediler. Zira küresel iklim değişikliği dünyadaki her bireyin hayatını doğrudan etkilerken ve bilim insanları yirmi yıldır devletlerin bu gidişatı durdurması gerekliliğini yüksek sesle söylerken, karar alıcılar aynı masa etrafında doğru kararları almaktan geri kalıyordu. Neyse ki Paris'in ilk üç günündeki durağanlık yerini hararetli gelişmelerle dolu, yeni bir taslak metin ile bozuldu.
En önemli gelişmelerden biri kuşkusuz küresel sıcaklık artışlarının 1,5 C dereceyi aşmaması hedefinin yer almasıydı. Şu ana kadar metinlerde 2 C derece yer alırken, bilim insanları, sivil toplum kuruluşları, iklim kırılganlığı yüksek olan ada devletleri ve gelişmekte olan ülkeler ile daha ilerici devletlerin bir süredir dile getirdiği, 2 C derecelik artışın dünyanın pek çok yerinde geri dönülmez krizler yaratacağı ve sıcaklık artış limitini ancak 1,5 C dereceye çekme hedefinin anlaşmayı adil ve insan hakları odaklı bir yaklaşıma sahip yapacağıydı. Bunun ilk kez taraflarca karara bağlanması ve metne girmesi, yalnızca pek çok canlı hayatını kurtarmış olmayacak, aynı zamanda buna erişmek için ülke ekonomilerinin karbonlardan yani fosil yakıtlardan arındırılması anlamına da gelecek.
Bunun uzun vadeli hedefler ve önleme politikalarına yansıması ise başka bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Daha önceki metinde yer alan, belirsiz ve hiçbir iddialı eylemi teşvik etmeyen “2100 yılına kadar karbonlardan arınma” tabiri, perşembe sabahı çıkan metinde yerini “2050” hedefine bıraktı. Ayrıca sivil toplumun talep ettiği hedeflerden biri olan “2050'ye kadar yüzde 100 yenilenebilir kaynaklı enerji” için de 43 taraf ülke delegasyonundan destek geldi.
Köprünün sonunda gerçekten ışık var mı?
Her ne kadar olumlu gelişmeler var gibi görünse de 190'dan fazla ülkenin iki hafta boyunca müzakereleri sürdüreceği ve ilk haftanın ortasında olan gelişmelerin her an iyi ya da kötü anlamda değişeceğini unutmamak gerek. Paris'ten bir anlaşma çıkmasını Avrupa Birliği, Amerika, Çin gibi büyük devletler dışında taraf diğer devletlerin de desteklediğini, ayrıca ev sahibi Fransa'nın da anlaşma çıkabilmesi için elinden geleni yapacağını biliyoruz. Şu anda görünen de müzakerelerin bu yönde gittiği. Önemli olan bu anlaşmanın içeriği ve imzalayan devletlerin uluslararası hukuk çerçevesinde buna ne kadar uyacağı ve nasıl denetleneceği meselesi.
Bir başka önemli konu da ulusal katkılar (INDC), revizyonlar, uygulanmalar ve denetlenmeleri. Şu ana kadar toplamda 157 ülke, ulusal katkılarını Birleşmiş Milletler'e sundu. Bu katkıların uygulandığı bir dünyada küresel sıcaklık artışının 4 dereceye yaklaştığını ve geri dönüşü olmayan felaketler zincirine yakalanacağımız kesinlik kazandı. Paris'teki bu iki hafta boyuncaulusal katkı revizyonlarının ne zaman ve hangi kriterlere göre yapılacağı, ülkeler tarafından nasıl uygulanacağı ve bu uygulamaların gerçekten yapıldığının denetlenmesi sorunsalına etkin bir çözüm getirilmezse anlaşma çıksa dahi iklim değişikliğine karşı bir çözüm oluşturmaktan uzak olacak.
Bu iki hafta içinde çözülmesi gereken başka bir konu da gelişmekte olan ülkelerin adaptasyon ve önleme için ihtiyaç duydukları iklim finansmanı. Eğer zengin ülkeler, yoksul ülkelerin hayatta kalabilmek için ihtiyaç duydukları finansmanı sağlamazsa öncelikle insanlık adına başımıza gelen en büyük felaket gelmiş olacak, dünyanın yoksul kısmını gözden çıkartmış, adaletten yoksun bir dünyada yaşamayı kabul etmiş olacağız.
*Avrupa İklim Eylem Ağı. Le Bourget, Paris
Türkiye'nin ‘dünya iklimine' uyum sağlaması zor!
Türkiye, Paris'te ulusal katkı beyanını sunan 157 ülkeden biri. 2030 yılına kadar emisyonlarını bugünkü değerinin yaklaşık iki katına çıkaracağını söylüyor. Oysa ülkenin enerji politikaları kömüre bağımlı. Ayrıca, rüzgâr ve güneş enerjisi potansiyelini kullanmak yerine iklim değişikliğinin en büyük tetikleyicisi olan yerli linyit ile ithal taş kömürüne destek verirken sürdürülebilir ve uygulanabilir iklim politikalarını benimsemesi de halihazırda zor görünüyor. Türkiye 2023 yılına kadar devreye almayı planladığı yaklaşık 80 tane kömürlü termik santraliyle, dünyanın en çok yeni termik santral planlayan ülkelerinden biri. Türkiye, yenilenebilir, sürdürülebilir, topluluk merkezli enerji arzı potansiyelini önce doğru modellemelerle tespit etmeli ve kamuoyuyla paylaşmalı, daha sonra bu potansiyeli doğru bir şekilde kullanmak için stratejik bir acil eylem planı yapmalı. Kömür temelli enerji arzından uzaklaşılmadığı sürece Paris'ten hangi sonuç çıkarsa çıksın, Türkiye'nin dünyadaki trende uyum sağlaması biraz zor görünüyor.