Çalkantılı bir dönemin eşiğinde İttifak ve ayrılıklar
Huntington'un yirmi yıl önce dedikleri galiba gerçekleşiyor. Yaşadığımız dünya din ekseninde eski bir ayrışma potansiyeli ile uykusundan uyanıyor.
Paris katliamından sonra “medeniyetler savaşı” anlayışı yükselirken, “dünyalılaşma” anlayışı yaralanacak. Batı dünyası yaşam biçimine kast eden bir barbarlığa karşı kendini korumaya çalışırken, sadece içine kapanıp duvarlarını yükseltmekle kalmayacak; Ortadoğu'daki ‘İslamcı' görünümlü saldırılara karşı da bölgede "sert çözümler" üzerinde yoğunlaşacak.
Terörün şimdiki raddeye varmasında Batılıların da rolü var tabii ki. Altmışlı yıllardan itibaren Avrupa'ya yerleşmiş Müslüman göçmenlerin ikinci ve bilhassa üçüncü kuşak çocuklarından oluşan, aslında dinle, şeriatla en ufak ilgileri olmayan ve hatta içki ve uyuşturucu kullanan bu gençlerin son yıllarda geldikleri yer hem toplumsal ve kültürel bir kopuşun, hem de varoluşsal bir ruhî; kaosun cinnet tezahüründen başka bir şey değil. Paris'i kana bulayan Salah ve İbrahim Abdelsam kardeşlerin doğup büyüdüğü Brüksel'in Molenbeek semtinde ikamet eden Fas asıllı bir semt sakini, Le Monde gazetesine şöyle konuşuyordu: “Son yirmi yılda burası çok değişti. Camiye gitmeyen erkekler suçlu, başını örtmeyen kadınlar ise günahkâr sayılır oldu. Korku hüküm sürüyor.” Kaldı ki durum sırf Belçika devletiyle sınırlı değil… Kademe kademe, Fransa'sından, İspanya'sından İskandinavya'sına hemen bütün kıtada aynı ortam hüküm sürüyor. Böylesine bir “mahalle baskısı” hiçbir zaman ve hiçbir laik ülkede kabul edilemez. Fakat tıpkı Belçika ve Fransa gibi hemen tüm Avrupa kabullendi ki, Paris kıyımı ve öteki tedhiş saldırıları, müsamahakârlığının ve lakaytlığının bir ceremesidir.
Sorunun temeline, ana damarına girmek için biraz geçmişe gitmekte yarar var. Moderniteyle yaşadığı sorunda diğer hiçbir dinle karşılaştırılamayacak ölçüde travma sergileyen İslam, son kırk yıldır muazzam bir ajitasyon dinamiği yaşıyor. El Kaide'nin devamı niteliğindeki Selefiler, Irak ve Suriye'nin bir kısmını da içine alacak şekilde, kiminin adında İslam geçmesin diye DAEŞ dediği, kendilerinin IŞİD ya da son kullandıkları tabirle İslam Devleti'ni (İD) kurduklarını ilan ettiler. Türkiye'de 2011'deki yüzde 50'lik seçim zaferi de Erdoğan yönetiminin başını döndürdü; Müslüman Kardeşler'i her yerde iktidara taşımasıyla Sünni Ortadoğu'nun liderliğini ele geçirebileceğini düşündü. Ne var ki “Arap Baharı” yenilgiye uğradı, “komşularla sıfır problem” politikasının yerini içte ve dışta savaş mantığına bıraktı, Suriye'de Esed rejimini silahlı muhaliflerine destek vererek devirme politikası benimsendi.
Barış dini İslam'ı kendi amaçları için kullanan bir avuç cinayet şebekesi masum insanları katlediyor. Gelinen aşamada hâlâ, “zaten IŞİD İslam'ı temsil etmiyor”, “gerçek İslam bu değil” bahanelerine sığınmanın içi boş bir savunma hamlesi olmaktan başka anlamı yok. Hatta bu, konunun tartışılması engelleniyor, konuşarak bir çözüme ulaşılmasının da yolunu tıkıyor. Paris saldırısı bizim sorunumuz, orada öldürülen insanlar, Suruç'ta, Ankara Garı'nda kaybettiklerimizin kader arkadaşı. Doğu'da da Batı'da da insan insandır. Hakikatin Doğu'su Batı'sı olmaz. Herkese düşen işler var, Müslümanlara düşen de, herhalde, bu “herkese” düşenden daha fazla.
Avrupa'da yükselen ırkçı ve milliyetçi hareketlerin daha da güç kazanacağını, bu arada İslamofobi'nin daha da yaygınlaşacağını ve derinleşeceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Batı toplumlarındaki siyasal güçlerin ve devlet otoritelerinin bu stratejinin yaratacağı Müslüman/Arap/göçmen karşıtı toplumsal tepkilere direnmeleri kolay olmayacak. Başta Fransa olmak üzere tüm Avrupa'da yaşayan Müslümanların hayatı bu kez iyiden iyiye zorlaşacak. Paris, Brüksel, Berlin, Londra gibi metropollerde her şeye “güvenlik” gözlükleri ile bakılıyor. Güvenlik/özgürlük dengesi yeniden tartışılıyor. Göçmen politikaları yeniden belirleniyor. Daha yeni seçimden çıkmış ve milliyetçi sağ bir iktidarı, sürpriz bir seçim sonucuyla tek başına iktidara getirmiş olan Polonya, Suriye mültecilerini almayacağını, Paris saldırısının hemen ardından ilan etti. Tabii ki bu son olaylar Ortadoğu'yu da Türkiye'yi de tahminlerden fazla etkileyecek.
Paris katliamlarından sonra Obama ve Hollande'ın IŞİD stratejisinde köklü değişiklik oldu. Düne kadar sadece IŞİD'i “zayıflatmaktan” söz eden ABD ve Fransa liderleri, IŞİD terörizminin “acil tehlike” konumuna yükseldiğini, bundan böyle IŞİD'in “yok edileceğini” açıklıyor, IŞİD'e karşı müteffikleri topyekûn savaşa çağırıyorlar. Obama ve Hollande'ın “strateji değişikliği” ile birlikte, yeni Ortadoğu haritaları ilgiyle tartışılıyor.
Batı-Doğu ikileminin, Türkiye içi fay hatlarını da çatıştıracağı; yepyeni ittifaklar ve ayrılıklar doğuran oldukça çalkantılı bir dönemin eşiğindeyiz.
*Prof. Dr., Bordeaux Ünv., İktisadi Bilimler