BÜŞRA ERDAL - Vicdan sorunu
Üniversite öğrencisi Özgecan Aslan, şubat ayında Mersin'in Tarsus ilçesinde bir akşam vakti bindiği minibüsün şoförü ile yakınları tarafından öldürülmüştü.
Genç bir kızın böyle hunharca katledilmesi hepimizin canını yakmış ve katillere en ağır cezanın verilmesini istemiştik. Nihayet geçtiğimiz hafta Özgecan'ın davası bitti ve katiller ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Cezada herhangi bir indirime gidilmemesi de kamu adına, tüm kadınlar adına sevindirici oldu. Ama o davanın son duruşmasından benim aklımda kalan, sanık avukatının, “Özgecan, boş dolmuşa niye bindi?” sorusu! Sanıkların ceza alacağına şüphe yoktu, avukat da bunu biliyordu. Bu lafı da, sanıklara yönelik ‘bir ceza indirimi alır mıyım' hamlesinden başka bir şey değil. Ama diğer taraftan bir zihniyetin ifşası anlamında ne ilk ne de son. Bu toplumda her türlü kötülüğü, zorbalığı meşrulaştıran, tersten çalışan böyle bir zihniyet, tersten bir vicdan mekanizması var.
Geçtiğimiz günlerde adının başında ‘Profesör' olan bir şahıs, insan hakları savunucusu değerli insan Tahir Elçi'nin öldürülmesi üzerine “su testisi su yolunda kırılır” yazabilmişti mesela. ‘Özgecan boş dolmuşa niye bindi?' diyen o dil ile bu profesörün dili kardeş... Hizmet Hareketi'nin bitirilmesine yönelik hukuksuz operasyonlar için “Cemaat de Erdoğan'a karşı çıkmasaydı” diyerek zorbalığı meşru görenleri de aynı yere koyabiliriz. Bunları daha da çoğaltabiliriz ama örnek babında yeterli. Özet olarak bu ülkede Kürt sorunu, Ermeni sorunu, erkek sorunu yok. Bu ülkede ‘vicdan sorunu' var, bütün bu sorunların üstünde. Vicdan, bir insanın, bir toplumun ruhuna gidenleri süzen süzgeç mahiyetinde. Hakikati içeri alıp, ruha iletip yalan, iftirayı, yalanları dışarıda bırakıyor. Ama bu süzgecin delikleri kara propaganda ve akıl almaz yalanlarla tıkalı. Şimdi oturmuş bu tıkanıklığın açılmasını bekliyoruz. Belki açılır belki açılmaz… Artık bizim -her bireyin- tek yapabileceğimiz kendi vicdanımızı muhafaza etmek.
Milli bir suç olarak; “hakaret”
Türk yargısı, tarihinde hakaretle mücadele ettiği kadar cinayet, tecavüz, yolsuzluk, hırsızlık ile mücadele etmedi. Her dönem popüler ve Demokles'in kılıcı olarak bir hakaret suçunu vatandaşın tepesinde tuttu. Eskiden bunlardan en popüleri ‘Atatürk'e hakaret' suçuydu. “Gülsüm inek” vakası örnek. Malatya'da bir ilkokulun bahçesindeki Atatürk büstünü devirdi diye sürgün yemişti Gülsüm inek. Ulusalcılığın yükselişe geçtiği, Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı, azınlıkların ve gayrimüslimlerin hedef olduğu 2005-2008 yılları arasında “Türklüğe hakaret” davaları patladı birden.
Türkiye'nin önde gelen aydın, yazar ve gazetecileri bu suçtan hakim karşısına çıktı. Sonuçta Türklüğe hakaret suçundan (Türk Ceza Kanunu 301) yapılan yargılama Hrant Dink'in ölümüne giden yolları döşedi. Dink, yargılandığı 301 davası nedeniyle yargı eliyle hedef gösterildi ve öldürüldü. Son 15-16 ayda ise popüler bir hakaret suçumuz daha oldu; cumhurbaşkanına hakaret.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer için 7 yılda 26 kişi, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için ise yine 7 yılda 139 kişi hakkında cumhurbaşkanına hakaret suçundan soruşturma açılmıştı. 12. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'ın 15 aylık görev döneminde tam 1300 kişi, “cumhurbaşkanına hakaret” suçundan soruşturuldu. Ayrıca diğer iki cumhurbaşkanında hiç uygulanmayan tutuklamalar da Erdoğan döneminde yaşandı ve yaşanıyor. Önemli bir nokta da, devlet olarak bağlı olduğumuz uluslararası sözleşmelere göre “cumhurbaşkanına hakaret” diye bir suç türü olamaz. Yargı keşke uluslararası sözleşmelere göre hukuki olmayan ‘hakaret' suçlarına gösterdiği bu duyarlılığı hırsızlık, yolsuzluk ve kadın cinayetlerine gösterse!