Balkan rengi: Ohri
Tarihin pek çok dönemine tanık olmuş bir belde burası. Bin yıllar boyunca hükümranlığı altına girdiği devletleri, etkisinde kaldığı medeniyetleri, gelen, göçen halkları katmış kimliğine. Geçmişin her kısmından bir tutam almış, taşımış bugünlere. Ve böylece bugün Balkanların yoğun kültürel noktalarından biri haline gelmiş, Makedonya'nın en renkli şehri olmuş Ohri.
Ayasofya'nın bekçisi Mustafa amca anlatıyor; Çok göç edildi bu topraklardan, çok az kaldık artık buralarda. Gençler de durmuyor, üniversite yahut iş kaygısıyla Türkiye'ye ya da Avrupa'ya gidiyorlar. Birçok akrabam İstanbul'da yaşıyor artık, Bayrampaşa'da Beşiktaş'ta. Devam ediyor, Rumeli Türküyüz biz, buralıyız. Ama şu şehirde bile 3-4 bin kişi kaldık. Balkanların asude şehri Ohri'nin Ayasofya'sını koruyan Mustafa amca böyle selamlıyor kapıda. Makedonya'daki Türklerin göç etmesinden dem vuruyor ama göç edenlere de söz edemiyor, hak veriyor.
Ohri'nin meydanında şehrin azizi Sveti (St.) Kliment, sol eline Ohri'yi temsilen şehrin konaklarından birini alarak gözlerini göle doğru yöneltmiş, ufka bakıyor gibi. Çevresinde memleketin insanları, çocukları dolaşıyor... Göl, Avrupa'nın en derin göllerinden biri. Bir derya gibi geliyor seyircisine, öyle lacivert, öyle engin. Etrafı kuzey yarlarını andırırcasına yükselen tepelerle sarılı derin bir havuz misali... Şehrin ardındaki bu yüksek tepelerin yeşilini bölüyor yağmur sonrası bulutlar. Kasvete düşmüş havada renkleri daha bir vakur görünüyor sanki Ohri'nin.
Gölden bakınca renkli bir şehir Ohri; beyazı, kırmızısı, mavisi, yeşiliyle... Sokaklarına kavuşunca da bu rengarenk halini devam ettiriyor; beyaz konaklar, kahverengi taş evler, kiremit rengi kiliseler... Arnavut kaldırımı sokaklarında, şehrin konaklarının arasında ilerlerken bir dükkana rasgeliyorum. Dünyada sadece 6 yerde yazıyor önündeki sarı tabelada. Kapıda genç adam davet ediyor içeri, matbaalarına. Eski usûl kağıt yapımı ve baskı evi burası. Kendilerinin imal ettiği kağıtlara Ortaçağ'dan kalmış gibi görünen tahta bir makineyle resim ve yazı basıyorlar. Asırlık gelenek devam ederken bir yandan şehrin turizmine küçük lâkin çekici bir katkı yapmış oluyorlar böylece…
Baskı makinesinde Ohrili balıkçılar resmi
Dükkânın yakınlarında eski bir Osmanlı evi olan Robevi konağına düşüyor yolum sonrasında. Bir zamanlar Robevi ailesinin konağıyken bugün Ohri'nin tarih serüvenini anlatan, arkeolojik buluntularla döşeli bir müze burası. Üst katlardan birinde bin yıllar öncesinin mücevherleri sergileniyor; altından yüz maskeleri, yüzükler…
Ayasofya'nın kaderi
Evliya Çelebi'nin ‘Yılın her gününe bir kilise düşüyor' yorumunu doğrularcasına kiliseye denk geliyorum sokaklarında şehrin. Mustafa amcanın bekçiliğini yaptığı Ayasofya, şehrin eski kısmının merkezinde yer alıyor. 9.yüzyılda yapılmış bu taştan mâbet, Osmanlı'nın bu topraklara hükmetmesiyle Fatih Cami'ne dönüştürülmüş... Asırlarca mâbet olan Ayasofya, diğer Ayasofya'ların kaderi gibi yirminci asra yenik düşmüş, bir müze olmuş nihayetinde.
Amfi tiyatronun basamakları misali yükseliyor Ohri, gölden kaleye doğru. Ayasofya'nın birkaç sokak yukarısında Meryem Ana Kilisesi'ne rastlıyorum, kalenin tam karşısında. Kilise görevlisi ellilerindeki kadın Osmanlı döneminde burasının da cami olarak kullanıldığını anlatıyor, fresklerin ortasından açılan pencereleri göstererek. Kilisenin tüm duvarları Hz.İbrahim'den Hz.İsa'ya peygamberlerin yaşamlarından kesitlerle bezeli. Görevli gençler kilise içine kurulu iskelede kırmızı ve mavi renklerin ağır bastığı bu freskleri yeniden canlı görünümüne kavuşturmakla meşgul...
Ayasofya
Ohrili Aleksandar anlatıyor; İstanbul'a kıyasla çok küçük bir ülke burası. Ama farklı kültürler farklı dinler hâlâ bir arada yaşıyor burada. Ohri'de bu birlikteliği görüyorsun. Çınar, Türklerin yaşadığı muhit. Eski camiler var orada. Muhite ismini veren ulu çınarın bir yanında cami, diğer yanında kilise var mesela. Bu görüntü ilginç ve çok hoş. Aleksandar'ın anlattığı gibi ezan ve çanın sesleri kısılmıyor bu şehirde. Çınar'ın yanındaki sokakta, İstanbul çay ocağında çay molası veriyorum sonrasında.
Kiril'in doğuşu
Ohri, Slav Ortodokslar için manevi önemi olan bir belde. Bizans'ın, sınır boylarındaki Slavlara Hristiyanlığı anlatsın diye görevlendirdiği Kiril ve Metodyus kardeşler bu coğrafyadan koyulmuş yola. Yunan alfabesinden Slav diline uyarlamalarla yazıya dökmüşler kelimeleri. Bugün yüz milyonlarca insanın kullandığı Kiril alfabesinin serüveni de başlamış oluyor böylece... Bin yıl önce Balkanlar'da hüküm süren Bulgar devletine payitaht olan bu şehir, uzun zaman Bulgar Ortodoksların da dinî; merkezi olmuş.
13.yüzyılda yapılan St.Jovan (Aziz Yuhanna) Kilisesi, Kaneo
Kaneo: Yağmurdan sonra
Zaman zaman sağanak bastırıyor dolaşırken. Sokaklar tenhalaşıyor, şehir yağmurun sesine teslim oluyor o sırada. Yağmurun dinmesiyle Kaneo'ya doğru yürüyorum; Ohri'nin kurulduğu yarımadanın kenarında yarların arasında yer alan küçük balıkçı köyüne… Kıyıdan yüzlerce basamak yukarıda yalnız duran kilisesi var bu köyün. Yanına varıyorum. Milcho Mançevski'nin Yağmurdan Önce filmindeki gibi hüzünlü duruyor yaprakları sararmış ağaçların arasında, bir sonbahar gününde. Ardında lacivert göl uzanıyor, puslu havanın altında. Güneş kaybolmak üzere artık.
Ohri, mütevazı bünyesine engin kültürleri sığdırmış bir şehri Balkanlar'ın. Bu coğrafyanın ortak rengi haline gelmiş zamanla. Bizans'ın, Osmanlı'nın, Ortodoksluk'un, İslam'ın izleri hâlâ yaşıyor bu şehirde. İnsanlarıyla birlikte...