Ahmet Selim - Düşüncesizlik gafleti ve cehaleti (2)
Düşünemeyen bir insana verilen hürriyet onun istismarına yol açar ve düşünce aleyhtarlarına malzeme oluşturur; düşünce ile eğitim arasındaki mesafeyi daha da büyütüp uçurumlar haline getirmenin gerekçesi olarak kullanılır. Öyle de yapılmıştır zaten. Batı'nın kuyruğuna takılanlardan Batı'nın beynini görmeleri beklenemezdi.
Peki niçin birileri doğru olana, iyiye, güzele, hayırlıya karşıdır? İnkâr edemiyorlar, izahlarımızı çürütücü bir görüş ifade edemiyorlar. Peki bu inadın sebebi ne?
Gafleti açıklayabilmek, imânı açıklamaktan çok daha zor. Gaflet, bir tercih değil, iradeyi mahkûm eden bir çözülüştür. Çözülmüşlük, uyuşturucu arar gibi gafleti arar. Gaflete dalan ise, düşünce'yi bir kâbus gibi görür. Çözülmüşlük, tıkanmışlık, bir hatalar zincirinin son halkasında teşekkül eder. O noktada gaflet, nedametin alternatifi olarak görünür. Birikmiş hatalardan dönmenin, (o noktada dönmenin) kendi kendini inkâr anlamına geleceğini vehmeden kafa, çökmüş iradesiyle gaflete sarılır. Gaflet onun açısından bir var oluş şartı haline gelmiştir. Durmadan koşmak, düşünmeden konuşmak, kalabalıklarda kaybolmak, gürültülerde sağırlaşmak, sloganlarla oyalanmak, nakaratlarla ezberlerle ütülenmek, içgüdülerle oynamak, gafletin korunma silahlarıdır. (“Gaflete geldim” başka şey. Anlattığım, sistematik gaflettir.)
“Senin de bu şartlarda varlığını sürdürmen mümkün değil. Hakikatten, düşüncenin halisinden korkma. Hakikatte sevgi vardır, şefkat vardır. Düşüncede çözüm vardır, mutluluk vardır...” türünden psikolojik bir yaklaşımla yumuşama getirmeye çalışmalıyız. Aksi halde, nasıl kullanılacağını bilemediğimiz bilgi yığınları arasında kopkoyu bir düşünce cehaletine (hatta körlüğüne) saplanıp kalacağız.
Akıl madde planını üç aşağı beş yukarı görebiliyor.
Akıl, ama hangi akıl ?
Jules Lacheleier tercüme dergisinde Kant'a atfen özetle şunları söylüyor :
“Akıl zeka'dan daha üstün bir şeydir. Bu geniş manasıyla akıl, insanı egoist ve maddi ihtirasların zaafından kurtaran ahlaki irade demektir.”
Gaflet bu ahlaki iradenin yokluğunu ifade eder. İnsanı egoist ve maddi ihtirasların zaafından kurtaran ahlaki irade yok ise, düşünce cehaleti kaçınılmaz olur. Bazı uzmanların ve aydınların, akıllarını kullanamayan bir düşünce cehaleti içinde bulunmaları bundan dolayıdır. Çünkü akıl, insanı maddi ihtirasların zaafından kurtaran ahlaki iradedir ve o irade olmayınca, insan, düşünce üretemeyen ve kurnazlık gibi pratik beceri gibi kısa menzilli (ihata ve terkip yoksulu) hünerler sergileyen bir varlığa dönüşür. Buna “şımarık zeka” da diyebilirsiniz. Babam böyleleri için “budala kurnaz!” derdi. Bilmeden düşünmekle düşünmeden öğrenmek arasında önemli bir netice farkı yoktur. Fark meselenin şurasındadır ki; hayat bilgisine sahip olan sıradan görünümlü insanlar düşünerek duyarak severek yaşayabilirler, akl-ı selim sahibi olabilirler, fakat düşünmeden çok şey bellemiş ezberlemiş nice diplomalılar, akıl sahibi bile sayılmazlar Kant'ın tanımındaki ölçüye göre. Bir insan, nefsaniyetini aşacak ahlaki iradeye sahip değilse, kalb ile akledemez, kalbin ışığını kullanamaz, düşünce üretemez, kendi bütünlüğünü kurup sevgi ve mutluluk ufuklarına açılamaz, komik zeka oyunlarıyla oyalanır durur, nefsani hazların ve kolaycılıkların peşinde ömrünü tüketir.
Bilgi'yle değil, hayata ve insana dair temel bilgilerin bilince dönüşmesiyle bilge olunur. Dağdaki çoban, evdeki tarladaki kadın bilgelik nasibine erişebilirken, bir profesör bir aydın bir yazar düşünce cehaletinin gayyasında yaşıyor olabilir; kolaycılık gafletini seçmiştir, nefsini tatmin işleriyle uğraşır, eyyamcılık ve istismar hilelerini başarı gibi görerek kendini de birçoklarını da aldatır.