Hilmi Yavuz - Peyami Safa: Hangi 'Neriman'?
İlk ve orta öğrenimlerini Osmanlı maarifi kurumlarında tamamlayıp üniversiteyi ya da gençlik yıllarını Cumhuriyet döneminde yaşamış olan okuryazar neslinin donanımlı ve idrak sınırları geniş olanlarında görülen bir özellik var:
Geleneksel-olan'a mı, yoksa Cumhuriyet'le birlikte yaşanan modernlik dönüşümlerine mi eklemlenecekler? İki arada kalmışlık duygusu! Seçimin trajikliğinin onları bir uçtan ötekine savurması!
Peyami Safa, bunlardan biri. Bir başkası da Tanpınar! Peyami Safa'nın ‘Fatih-Harbiye' romanı bu bağlamda semptomal bir okumaya tâbi tutulduğunda görülen şu: Romanın Doğu ile Batı arasında seçme yapma konumunda bulunan kahramanı Neriman, Doğu ve Batı aidiyetlerini müzik üzerinden yaşamaktadır. Hayatındaki iki erkekten biri, Şinasi, Darülelhan'ın Şark musıkisi şubesinde okumakta ve kemençe çalmaktadır; öteki, Macit, Darülelhan'ın Garp musıkisi şubesinde okumakta ve keman çalmaktadır. Her ne kadar, Geleneksel [Doğu] ile Modern [Batı] arasındaki karşıtlık, romanın adı referans olarak alındığında, mekân farkı [Fatih, Harbiye] olarak konumlandırılmış görünse de, asıl temelkoyucu fark, Doğu'lu kemençe ile Batı'lı keman ya da daha doğru bir ifâde ile, alaturka ile alafranga arasındadır.
Bu niçin böyledir, izah etmeye çalışayım. Bence burada çok önemli bir mesele var: ‘Fatih-Harbiye', 1931 yılında basılmıştır: O tarihten önce, özellikle 1926 yılından başlayarak klasik Türk musıkisi aleyhinde bir propaganda sözkonusudur. 1926'da Darülelhan'ın Şark musıkisi şubesinin kapatılmış olmasına rağmen, Peyami Safa'nın, alaturkayı, yani klasik Türk musıkisini savunmaya devam ettiği görülüyor. ‘Fatih-Harbiye'nin, romancının alaturkaya sahip çıktığı bir tarihte [1931'de] basılmış olması, Neriman'ın ud'la keman, Fatih'le Harbiye, Şinasi ile Macit arasındaki savruluşlarının, sonunda alaturkacı Şinasi'yi seçmesiyle uyum içindedir.
Neriman, 1931'de Şark'lı ya da alaturka Peyami'dir.
Peyami Safa, 1926'dan 1934'e kadar şiddetle savunduğu alaturka musıkiyi, 1934'te birdenbire, aşağılamaya, yerden yere vurmaya başlamıştır. Dikkate değer olan, Peyami Safa'daki bu radikal kopmanın, Devletin klasik Türk musıkisini resmen yasakladığı tarihe, 1934 yılına denk düşmüş olmasıdır. O tarihten itibaren Peyami Safa 1935'te ‘Hafta' dergisine, Rauf Yekta Bey'in ölümü üzerine yazdığı bir makalede, alaturka musıkiyi ‘Mevlevî; dergâhında teke kokan ağır ve bulanık havası içindeki mevzun iniltilerden ve horlamalardan ibaret' diye nitelendirecektir.
Peyami Safa, yine 1935 yılında, bu defa ‘Kültür Haftası' dergisine yazdığı bir makalede ‘Fatih-Harbiye'yi ‘mevzuun tekemmül etmediği', bu bakımdan da romanı ‘natamam [tamamlanmamış] bir müsvedde telakki ettiğini' yazmıştır.
Onun, 1935 yılında, artık tamamiyle alafranga musikiden yana bir tavır almışken, romanı ‘tamamlanmamış bir müsvedde' saymasının anlamı nedir? Öyle görünüyor ki, Peyami Safa için bu romanının ‘tamamlanmış' ve ‘müsvedde' olmaktan çıkarılmış olması, Neriman'ın yaptığı seçmeyi değiştirmekle mümkün olacaktır. 1935'in Neriman'ı, hiç şüphe yok, alaturkacı Şinasi'yi değil, alafrangacı Macit'i seçecektir.
1935'in Neriman'ı artık Garp'lı ya da alafranga Peyami'dir…