Seyfettin Gürsel - Başkanlık sistemi dayatması
Bugün 2015'in son günü. Türkiye'ye şiddetin ve akan kanın durduğu, hakka hukuka saygı duyulduğu, her türden husumetin son bulduğu bir 2016 diliyorum.
Fazla umutlu değilim ama elimden dilemekten ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmaktan başka bir şey gelmiyor. Belli ki başkanlık sistemi dayatması nedeniyle ülke 2016'da bir kez daha siyasal kutuplaşma ortamına sürüklenecek. Başkanlık sistemini adeta bir tutku haline getiren Cumhurbaşkanı ve onun fiili yönetimi altındaki Adalet ve Kalkınma Partisi bu sistemi kabul ettirmek için kim bilir hangi siyasal manevralara ve hukuksal zorlamalara girişecek.
Daha şimdiden üçüncü bir genel seçim ihtimali bile gündeme girdi (Haluk Özdalga'nın son yazısı). Neden olmasın?. Meclis'te 330 bulunamazsa, arama konferansı vb. türünden zorlamalar da göze alınamazsa, HDP ve MHP'yi barajın altında bırakıp anayasal çoğunluğu (367 sandalye) elde etmeye çalışmak pekala son çare olarak düşünülebilir. Bu arada merak edip benim simülasyon modelinden kontrol ettim; her iki parti de barajın altında kalırsa AKP milletvekili sayısı 380'i geçiyor. Sadece HDP barajın altında kaldığında bile AKP'nin 367'yi yakalama ihtimali mevcut. MHP kalırsa referandum çoğunluğu (330) garanti.
AKP'nin iddiası başkanlık sisteminin daha etkin bir yürütme sağlayacağı, bir de iki başlılığa son vereceği. Bu gerekçeleri de bugün için değil ileride bir gün gerekebilir diye savunuyor. Zaten bugünkü durumda fiilen başkanlık uygulamada. İki başlılık da Cumhurbaşkanı'nı pratikte fazla rahatsız eder gibi durmuyor. Ama öyle anlaşılıyor ki Cumhurbaşkanı yürütme yetkisini tümüyle elinde tutmak istiyor. Kimi kritik konularda Başbakan ile ileride görüş ayrılıkları çıkabilir diye endişe ediyor olmalı.
Hükümet programında “mevcut sistemin yetki, görev ve sorumluluk paylaşımında pek çok muğlaklıklar barındırdığı” iddia ediliyor. 12 Eylül Anayasası'nın Kenan Evren'e uzun geçiş döneminde yularları elinde tutması için pek çok yetki verdiği ama sorumluluk vermediği gerçek. Parlamenter sistem ile bağdaşmayan bu yetkilere bir de Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından doğrudan seçilmesi eklenince siyasal erkler arasında dengesiz bir durumla karşı karşıya olduğumuz aşikar.
AKP bu dengesizliğin çözümlenmesi için başkanlık sisteminin zorunlu olduğunu savunuyor. Cumhurbaşkanı'nı halk seçiyorsa başkanlık sistemi kaçınılmazdır iddiasında. Bu iddia doğru değil. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden vazgeçilmeden sorun parlamenter sistem içinde kalınarak da çözümlenebilir. Nitekim Avrupa'da Avusturya, Finlandiya, Portekiz, Bulgaristan, İzlanda'da (bunlar benim bildiğim örnekler) cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçiliyor ama bu ülkelerde parlamenter sistemler yürürlükte. Dolayısıyla cumhurbaşkanları yürütme yetkilerine esasen sahip değil. Türkiye de bu ülkeler gibi yönetilebilir.
Bu noktada muhalefet partilerine, özellikle de CHP'ye büyük sorumluluk düşüyor. AKP'nin başkanlık sistemi zorlamasına karşı hem iddiaları çürütecek hem de gerçekçi ve ikna edici bir alternatif tasarlamaları gerekiyor. CHP Anayasa Komisyonu'nda eski sisteme dönülerek cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesini önermişti. Bu beyhude bir öneri çünkü bizim vatandaş elde ettiği önemli bir seçme yetkisinin geri alınmasını istemez. Bunun yerine yukarıda örneğini verdiğim ülkelerin anayasaları incelenerek halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı ile yürütme yetkisini elinde bulunduran bir başbakanın parlamenter sistem içinde nasıl bir arada konumlanacaklarını tasarlamak çok daha inandırıcı olacaktır.