21 MAYIS 1864 BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI
Rus Çarlığı’nın 160 yıl önce yaptığı Çerkes Soykırımı’nı Gürcü Tarihçi Simon Canaşia-“Çerkes Günlükleri” eserinde şöyle özetliyor: “Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem...”
1864 Mayıs ayında 20.000 yaralı ve yorgun Çerkes atlısından oluşan Çerkes ordusu ile tam donanımlı 100.000 kişilik Rus ordusu arasında son bir savaş yaşandı. Çerkes savaşçılar, Rus ordusuna hücum etti ve hattı yarmaya çalıştı ancak çoğu Rus topçuları ve piyadeleri tarafından vuruldu.” Evet 21 Mayıs 1864 Çerkesler için hazin bir olay olarak tarihe kara bir leke olarak düştü. Açıkçası bu savaş basbayağı Rusya’nın yaptığı bir “Çerkes Soykırımı” idi. Peki bu günlere nasıl gelinmişti kısaca açıklayalım:
1547 yılında ‘Korkunç’ lakabıyla anılan Rus Çarı IV. İvan’ın tahta geçmesiyle Ruslar, güneye doğru yayılmaya başladı. Astrahan ve Kazan hanlıklarını istila eden Korkunç İvan’ın sıcak denizlere inmek için Kafkasya’yı da işgal etmesi gerekiyordu. Bu yayılmacı hedeflerin bir sonucu olarak, Ruslar tarafından Kafkasya’ya yönelik tacizler de başlamıştı. Rusya İmparatorluğu’nda tahta “Deli Petro” olarak da anılan I. Petro’nun geçmesiyle, Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası stratejik hedef olarak benimsendi. Rusya Kafkaslılara yaşam hakkı bırakmıyordu. Çarlık Rusya’sının o süreçteki tek hedefi; Kafkasya’da tek bir Kafkasyalı’nın dahi yaşamamasıydı.
1779 yılında 1816 yılına kadar Adigey ve Kabardey köylerine şiddetli saldırılar devam etti. 1816 yılında, Rusların Kafkasya’yı işgalinde en çok adını duyduğumuz General Yermalov Kafkas Orduları Başkomutanlığı’na atandı. Kimileri ona, yaktığı köylerden dolayı büyük komutan diyor kimileri de öldürdüğü Kafkasyalılar’dan dolayı övgüler diziyordu. Çar ise Kafkasya’da uyguladığı kıyımdan dolayı Yermalov’u madalyalarla ödüllendiriyordu. Ama hiç şüphesiz ki tarih onu; korkunç kıyımı ve Kafkas insanına yaptığı zulmü dolayısıyla “Zalim Yermalov” adıyla anıyor ve anmaya da devam edecekti.
Kafkasya’nın batısına ciddi şekilde saldırmaya başlayan Çar’ın komutanları, Kafkasya’nın doğusunda da aynı planı uygulamaya koymuştu. Saldırgan ve istilacı Ruslar karşısında Kafkaslılar birlik olmak zorunda ve bu yıkıma karşı ortak bir savunma yapmak zorundaydılar. Kafkasya’nın doğusunda İmam Mansur liderliğindeki hareket, istilaya karşı ilk toplu direnişi başlattı. Ancak İmam Mansur’un direnişi uzun soluklu olmadı ve Anapa Kalesi’nde girdiği mücadelede Ruslara esir düşerek vefat etti. Mansur’dan yirmi beş yıl sonra, 1829’da İmam Gazi Muhammed Doğu Kafkasya’da Ruslara karşı Gazavat çağrısı yaptı ve onun takipçileri İmam Hamzat ve İmam Şamil destansı mücadelelerini 1859 yılına kadar sürdürdü. İmam Şamil’in 1859’da teslim olmasından sonra, Şamil’in Batı Kafkasya’daki naibi Muhammed Emin de Naiplik görevini fiilen bıraktı. Rus Çarlığı belirli plan dahilinde 1860 yılından 1864 yılına kadar işgale aralıksız olarak devam etti. Çarlığın asıl planı, Çerkesleri Karadeniz kıyısına sürdükten sonra Osmanlı topraklarına göndermekti.
Naip Muhammed Emin’den sonra Batı Kafkasya’daki Çerkes birlikleri altı yıl boyunca irili ufaklı direnişini sürdürdü. Son direnişin önemli merkezlerinden birisi, Soçi ile Abhazya sınırına yakın bir yerde kalan Kbaada Vadisi’ydi. Rusların taarruz ve talanları sonucunda Karadeniz kıyısına sürülen Çerkesler, Kbaada Vadisi’ne yakın yerlerde toplanmıştı. Sert iklim koşullarının geçişiyle birlikte 1864 baharında Ruslar son saldırılarını da başlattı. Topçu birliklerin kesintisiz atışları ile savunma gücü kalmayan Çerkes halklarına karşı son saldırılar da başladı. Kbaada Vadisi’nin tepelerinde bulunan sivil halk, Çarlık Rusya’sının öncü Kazak askerleri tarafından korkunç bir şekilde katledildi. Baharın gelmesiyle yeşile bürünen doğa, vahşice katledilen insanların kanı ile kızıla bulanmıştı. Çarlık Ordusu’nun yaptığı bu felaket, bölge için bugün bile “Krasnaya Polyana” yani “Kırmızı Çayır” anlamına gelen isimle anılmaktadır.
Kitlesel olarak yerlerinden hareket ettirilen bu insanlar, başına geleceklerini bilmedikleri bir yolculuğa çıkmıştı. Karadeniz kıyısına getirilen yüz binlerce insanın ne barınacak yeri ne de yiyecek içecek gıdaları vardı. Çocuklar kaos ortamında annelerini kaybediyor, bebekler ve yaşlılar açlıkta bitkin düşüyor, dayanıksız düşenler ise olduğu yerde vefat ediyordu. Kalan insanlar ise hayatta kalmak için mücadelelerini sürdürüyordu. Tek bildikleri, sırası geldiğinde bir gemiye bindirilip bilmedikleri, görmedikleri bir diyara bırakılacaklarıydı. Karadeniz kıyısındaki karanlık bekleyiş aylarca sürdü. Bu bekleyişte; açlıktan, sefaletten, salgın hastalıktan ve dondurucu soğuktan vefat edenlerin sayısı her geçen gün artıyordu. Bu acı atmosferde işin en üzücü tarafı ise; ölenler kurtuluşa eriyor kalanlar da ölenlere imreniyordu. Varlıklarını Kafkasya’nın kadim kültürü ile devam ettiren Çerkesler, vahşi kıyımdan sonra ağır bir soykırım ile baş başa kaldı. Kafkasya’nın yerleşik halkı Çerkesler, yirmi beş bin yıllık yurtlarından artık toplu olarak sürülecekti. Orta Kafkasya ve Batı Kafkasya’daki Adigelerin, Abhazların ve Ubıhların büyük çoğunluğu sürgün edilmek üzere Karadeniz kıyısındaki limanlara getirildi. 1864 yılı ortalarında Rusya, Çerkeslerin toplu sürgününü devam ettirdi ve Kafkasların büyük soykırımı başladı.
Karadeniz kıyısında toplanan Çerkesler; Anapa, Novorossiski, Tuapse ve Soçi limanlarından gemilere bindirilerek, Osmanlı Devleti’nin Karadeniz kıyılarındaki Trabzon, Samsun, Sinop, Ayancık, Şile, İstanbul, Varna, Köstence ve Burgaz limanlarına taşındı. Deniz yolu ile yapılan bu taşıma sırasında da büyük bir açlık ve salgın hastalık baş gösterdi. Gemilerde vefat eden insanlar Karadeniz’in soğuk sularına bırakıldı. Gıdasızlıktan ölen bebeklerin acısına dayanamayan anneler ayrılamadıkları bebekleri ile Karadeniz’in sularına atladı. Sürgün yollarından yaşanan bu acı trajediler birçok ağıda da konu olmuştur. Limanlara ulaşan insanlar daha sonra yerleşecekleri bölgelere dağıtıldı.
Sürgün sırasında Çerkes nüfusunun çoğu; açlıktan, sefaletten, dondurucu soğuktan ve salgın hastalıktan dolayı vefat etti. Sürgüne maruz kalanların tam sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber iki milyon olarak tahmin edilmektedir. Sürgüne maruz kalanlardan, denizde boğularak veya çeşitli hastalıklara yakalanarak ölenlerin sayısı 600 bin ila 800 bin arasındadır.”
Sonuç olarak; Rusya bugünden itibaren hatta hemen, Çerkes Soykırımı yapan atalarını kınayıp, Çerkes halkından özür dilemelidir.