Kırılmadık Ne Kaldı? - 25
12 Eylül 1980 askeri müdahalesi sonrasında yapılan 1983 genel seçimleriyle ülkemiz, normal demokratik sürece dönmüştü şüphesiz…
Ama 1990-2000 yılları arasında yaşanan koalisyonlar dönemlerinden sonra; 2002’de yapılan genel seçimler sonrasında bir siyasi parti, uzun bir aradan sonra ilk kez tek başına iktidara gelmiş, tek başına hükümet kurmuş ama daha da önemlisi; Türk siyasetine damgasını vuran partiler:
Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, CHP dışında Meclis dışında kalmıştır.
Bunun üzerine Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller gibi 2002 öncesinin son on yılına damgasını vuran siyasetçiler; parti liderliklerinden istifa ettiler.
%34 oy oranı ile tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi, Milli görüş hareketinden kopan isimler tarafından kurulmuştu. Bu yeni parti, kendisini ‘muhafazakâr demokrasi’ kavramı ile nitelese de, Milli görüş geleneğinden gelmesi, bazı kesimlerde mevcut kimi endişelerin sürmesine neden olmuştur…
Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı devralmadan önce seçim meydanlarında milletimize vermiş olduğu çok önemli üç söz vardı. Neydi bunlar?
‘’Yolsuzlukla’’ - ‘Yoksullukla’’ - “Yasaklarla’’ mücadele…
A.K.P genel başkanı Tayyip Erdoğan’ın ve ‘biz milli görüş hareketinin bir parçası değiliz’ diyerek, kendilerini ‘yenilikçi milli muhafazakâr’ olarak tanımlayan yol arkadaşlarının halkımıza seçim meydanlarında vermiş olduğu yukarıdaki bu üç önemli söz;
Ya geçmiş dönemin siyasi süreçlerinde, bu konularda çok sıkıntılar yaşamız ülkemizi geleceğe taşıyacak olan yolların 3 önemli giriş kapısı olacaktı; bu sürecin başarısını hep birlikte görecek, yaşayacak ve gururlanacaktık.
Yada, bu yolların giriş kapısından geçerek yola çıkanların bu hedeflere mi, yoksa amaçladıkları kendi hedeflerine ulaşmak için mi bu vaatleri verdiklerini, sonraki yıllarda yaşayacak ve görecektik..!
Ülkemizin yenilenen siyasi yapısında böylesine çarpıcı gelişmeler yaşanırken;
AKP İktidarı, Avrupa yolunda önemli bir hamle yapmış. AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının 17 Aralık 2004 tarihli zirvesinde aldığı karar doğrultusunda, 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’ ta yapılan hükümetler arası konferans ile resmen AB’ye katılım müzakereleri başlamış, bu önemli gelişmeyle birlikte; ülkemizde de aşağıda özetlemeye çalıştığım, çarpıcı bir süreç başlatılmıştır:
AB müzakerelerinin başlamasının ardından, iş başındaki hükümet; AB müktesebatına uyum yasaları adı altında T.B.M.M’den peş, peşe pek çok yasayı hayata geçirmeye başlamıştır.
Bu dönemle birlikte ilk kez yaklaşık 65 yıldır, ‘’Türk Milletinin Milli Davası’’ olarak bildiğimiz/bilinen ‘’Kıbrıs konusunda’’; Dış İşlerimizde ‘AB’ye gidilen yolda tavizler verilebilir’, beyanları duyulmaya başlamıştır! Hem de T.C Hükümetinin en yetkili ağızlarından…
Çünkü AB’ye giriş koşullarının dış ilişkiler bölümünde, ‘komşularla sıfır sorun’ yazılıydı! Böylece 1968 yılından beri süregelen Kıbrıs müzakerelerine ilk kez AB’de dâhil oluyor,
Türkiye’nin AB’ye giden yolda; Kıbrıs konusunda tavizler vermesini, Akdeniz’de yıllardan beri devam eden bu anlaşmazlığın çözülmesini istiyor, aslında resmen dayatıyordu!
Ama tarihi gerçekler, bu dayatmanın ne kadar haksız ve hukuksuz olduğunun en önemli kanıtıydı!